mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu

İşçi Sınıfı Genişliyor. Ya Sınıf Bilinci?

GATS - Hizmet Ticareti Genel Anlaşması

Selim Yılmaz - Kızılcık Dergisi/Sayı 16 - Mart-Nisan/2003

 

Sermaye, hizmetleri tam olarak kapitalist çevrimine dahil ederek, sömürü alanını ve ürün yelpazesini genişletmeyi, esas olarak da meta üretimindeki emekçilerden görece daha iyi ücret alan, farklı kazanımlara sahip olan (iş güvencesi gibi) hizmet emekçilerinin kazanımlarını bu alanda da yedek işgücü yaratarak düşürmeyi hedeflemektedir. İşte GATS-Hizmet Ticareti Genel Anlaşması bu hedefe uygun olarak dizayn edilmiş, ilk hali ile 1994 yılında DTÖ-Dünya Ticaret Örgütü üyeleri tarafından imzalanmış 1.01.1995 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. GATS’ın imzalanmasında ve bugün devam eden genişletilmesi müzakerelerinde en çok etkili olmuş iki sermaye yapısından birincisi; ABD Hizmet Tacirleri Koalisyonu, ikincisi ise; kısa adı ESF olan Avrupa Hizmetler Forumudur. Anlaşmanın teknik özelliklerine geçmeden önce, sermayenin GATS anlaşması gibi bir ilk olan çok taraflı bir anlaşmaya neden ihtiyaç duyduğunu ve kapitalist sistemin bugün ulaştığı düzeyi kısaca da olsa irdelemek yerinde olacaktır.

 

Kapitalizmin, Artı Değere el koyarak kendini var eden bir sistem olduğu bilinen bir olgudur. Yine Kapitalist sistemin ortaya çıkışının meta üretimi temelinde olduğu ve finans ile hizmetlerin yıllarca meta üretiminin yan ürünü gibi görüldüğü ve değerlendirildiğini de biliyoruz. Ancak son 30-40 yıllık dönemde mal ticaretinde kar artış oranlarındaki düşme eğiliminin Marksizmin tarihsel öngörülerini doğrulayarak hızlanması, kapitalistleri ürün yelpazesini çeşitlendirmeye zorlamış ve finans ile hizmet sektörlerinin geliştirilmesine yöneltmiştir. Ancak bu yönelim, kapitalist sistemi sürdürülebilir kılmak ve sermaye birikimi sağlamak için sistemin kendisi tarafından yaratılmış, organize edilmiş ve biçimlendirilmiş ulus devletlerin ve onlara hükmeden ulusal sermayelerin görece engellemeleri ile karşılaşmıştır. Bu engellemelerin gerçekliğinin var olup, olmadığını sorgulayabilmek için ise emperyalizmin bugünkü uygulamaları ve ulus devletlerle ilişkisini de değerlendirmek gerekmektedir.

 

Kapitalizmin sömürü alanlarını ve pazarlarını genişletmek için yayılmacı bir tarzı benimsemek zorunluluğunun sonucu ve kapitalist sistemin son aşaması olan emperyalizm; kapitalist üretim ilişkilerinin en çok geliştiği ülke sermayelerinin öncelikle kendi coğrafyalarındaki işçiler olmak üzere, tüm dünya işçi sınıfını sömürüsüyle biçimlenen bir olgudur. Bu tespitten hareketle kapitalist sistemin bugünkü aşaması Yeni Dünya Düzeni, Küreselleşme v.b. gibi adlandırılsa da bu onun Emperyalizm olduğu gerçeğini değiştirmez. Günümüz Emperyalist ilişkiler silsilesinde, egemen sermayenin onlarca yıllık sömürü sürecinde ulus devlete yüklediği misyonu ortadan kaldırmayı, sermaye birikiminin yetersiz olduğu süreçteki ilişkisini terk etmeyi, bunun için milliyet özelliğini de aşarak devlet erkini açık bir biçimde kendisi kullanmayı gerekli olduğunun da bu konudaki değerlendirmelerde dikkate alınması gerekmektedir. Ancak bütün bu taleplere ve mevcut gelişmelere bakarak ulus devletin sermaye tarafından ortadan kaldırılmak istendiği sonucunu çıkarmak büyük bir yanılgıdır. Zira Ulus devlet, kapitalist sistemin bir ürünüdür ve onun ihtiyaçları için vardır. Bu yanılsamayı yaratan en temel unsur “Sosyal Devlet” olgusudur. Oysa sermaye, tarihsel süreçte -kendi gücüyle de bağlantılı olarak- ulus devlet yapılarının sermaye birikimi yaratma çabalarına, sosyal devlet olma, emekçilerin ve yurttaşların kazanımları yönündeki gelişmelerine kapitalist sistemi tehdit etmediği sürece pek müdahale etmediği gibi zaman zaman kendi birikim sürecinin hızlandırılmasında da Sosyal Devlet’e özgün düzenlemelerden (doğal kaynaklar ve alt yapı yatırımlarının en düşük maliyetle kullanılması, sosyal güvenlik sistemi, kamu hizmetleri ve KİT’ler üzerinden yaratılan gelir ve istihdam yardımıyla talep yaratılması vb) yararlanmıştır.

 

Ancak gelinen süreçte sömürü alanlarını daha da genişletmek ve kar artış oranlarındaki düşüşün önüne geçmek için ulus devlet sistemi üzerinden oluşturulan tüm değerlere, özellikle kamusal meta ve hizmet alanlarına bir bir el koymak istemekte ve bu niyetini de açıkça ortaya koymaktadır. Bir başka açıdan değerlendirildiğinde ise, ulusal sermayelerin, egemenliklerini ulusötesi sermaye ile paylaşarak sömürü pastasındaki paylarını arttırmak ya da en azından korumaya çalışmakta oldukları da gözlemlenmektedir.

 

Kamusal hizmetlerin bu süreçteki rolünün doğru algılanması önem kazanmakta ve kapitalizmin bugününü anlamayı kolaylaştırmaktadır. Marksist iktisatçıların büyük bölümü bugünkü süreci tanımlarken kar artış oranlarındaki sürekli düşme eğilimini en önemli göstergelerden biri olarak kabul etmektedir. Kuşkusuz bu tespite katılıyoruz. Ancak yaşanan sürecin derinleştirdiği gelir uçurumu, özünde bu görüşle çelişmediği halde, bu gerçekliğin üzerini örtme ve üçüncü dünya perspektifini besleme ya da tüm dünya ekonomisinin “birkaç elit”in (ulus ötesi şirket)elinde olduğu biçimindeki yaygın kanıyı da güçlendirme gibi bir işlev de görmektedir. Oysa günümüz gerçek verileri ise, toplam dünya üretiminin giderek artan bir bölümünün, üretimin yapıldığı ana ülkenin dışında satılmakta olduğunu; uluslar arası ticaretin büyüme hızının 1945 yılından beri her yıl, yıllık üretim artış hızının üzerinde gerçekleşmekte olduğunu; yine son 50 yıllık süreçte yabancı yatırımların (Doğrudan ve Porföy Yatırımları toplam olarak) büyüme hızının, ticaretin büyüme hızından yüksek olduğunu göstermektedir. Dünya sermaye birikiminin yalnızca %5’inin “yabancı”ların elinde olduğu ve yabancı yatırımların toplam dünya üretimi içindeki payının 1913 yılındaki seviyesinden çokta fazla olmadığını ortaya koyan veriler, bu süreçten yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelerin yararlandığı, diğerlerinin ise bu süreçten zarar gördüğü tezi üzerinde soru işaretleri oluşmasına yol açmaktadır.[1]

 

İstatistikler Çok Uluslu Şirketlerin artan bir hızla birden fazla ülkede ve geniş bir ürün yelpazesi ile faaliyet gösterdiklerini ve bağlı şirketleri ile birlikte dünya çapındaki satış hacimlerinin dünya üretiminin yaklaşık olarak %30’u olduğunu ve 1960’larda sayıları 7.000’lerde iken 1990’ların başında 40.000’lere ulaştıklarını göstermektedir. Çok Uluslu Şirketlerin dünya ekonomisindeki payları yüksek olmasına karşın bütün sektörlerde istihdam ettikleri işgücü, dünyanın aktif işgücünün %1,5’unun altındadır. Dünyanın en büyük Çok Uluslu Şirketinin 90’ların sonundaki toplam üretiminin, ABD’nin toplam üretimine oranı 1977 yılının altına düşmüş durumdadır. ABD ve Japon Çok Uluslu Şirketlerinin faaliyet gösterdiği işkolu ve sektörlerdeki büyüme, bir bütün olarak dünya ekonomisinin büyüme hızının oldukça gerisinde seyretmektedir.

 

Yukarıdaki tablo, kapitalist sistemin bunalımlarının ve bu bunalımları aşmada yeni arayışların neden gündeme gelmesini zorunlu kıldığını da açıklamaktadır. 80’lerin başından itibaren özelleştirmelere hız verilmesi, iş piyasalarının esnekleştirilmesi, emeğin kayıplarını arttıran yeni kurallar konması, finans piyasalarında ürün çeşitlendirme çabalarının en üst düzeye ulaşması ve nihayet kamu hizmetleri başta olmak üzere tüm hizmet piyasalarındaki ulusal korumaların da kaldırılmasının gündeme gelmesi bu arayışların sonuçlarıdır.

 

1947 yılında imzalanan ve yaklaşık 50 yıl içinde bünyesinde 8 round(Anlaşmalar Turu) ve onlarca anlaşma imzalanan GATT-Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması tüm yükümlülükleri ile 1994 yılında kurulan DTÖ-Dünya Ticaret Örgütüne dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm ile kurulan DTÖ, tahkim ve ambargo gibi yaptırım gücü ile donatılarak sermayenin en üst yapısı haline getirilmiştir. GATS Anlaşması DTÖ’nün en önemli kuruluş anlaşmalarından biridir ve ilk çok taraflı anlaşma olma özelliğini taşımaktadır. GATS Anlaşması ile ilgili olarak düşüncelerini DTÖ eski Başkanı Renato Ruggerio şöyle özetlemiştir. “GATS ile, daha önce ticaret politikası içinde tanımlamadığınız alanları bile piyasa ekonomisine açabiliyorsunuz ve yabancı hizmet tacirlerine yerlilere tanıdığınız hakların aynısını ya da fazlasını tanıyıp; objektif (sermayenin kendi içindeki objektiviteden söz ediliyor) kriterler uygulanacağını garanti ediyorsunuz. Korkarım şu anda ne Hükümetler neyin altına imza attıklarının, ne de şirketler neler kazandığının farkında değiller.”[2] Renato Ruggerio, GATS Anlaşmasının ne olduğunu gayet açık bir şekilde iki cümlede anlatmıştır.

 

GATS Anlaşmasına göre kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi zorunlu değildir. Ancak tüm hizmetlerin kamu tarafından da verilse serbest piyasa koşullarında gerçekleştirilmesi zorunludur. Sermaye, bu yöntemle özelleştirme girişimlerinin yarattığı toplumsal tepkilerden kurtulmakta ve daha önemlisi kamu gibi bir rakibi piyasadan dışlamanın ilk adımlarını atmış olmaktadır.

 

GATS anlaşmasının, ilk kez imzalandığı 1994 yılındaki metni ile 2000 yılı Ocak ayının başından beri 3 yılı aşkın bir süredir müzakerelerle gelinen noktası mukayese edildiğinde aslında, 1994 metni oldukça “masum” bir görüntüsü vermektedir. Örneğin üye devletlere hangi sektörlerini GATS kapsamına alıp almayacaklarını belirleme hakkı verilmiş ve liberalize etmeyi taahhüt ettikleri sektörlerde muafiyetler, korumalar almalarına olanak tanınmıştır. GATS Anlaşmasının bu dizaynı ciddi bir yanılsama yaratmış ve bu yüzden, dünyadaki sendikaların, meslek örgütlerinin, STK’ların ve hatta siyasi yapıların çok fazla dikkatini çekmemiş, ciddi bir muhalefette örgütlenememiştir. Aslında biraz ciddi bir inceleme ile bu masum görüntünün altında özellikle emekçiler için birçok tehlikeli hükmün yer aldığını görülebilmektedir.

 

Örneğin; Anlaşmanın genel hükümlerinde yer Built-In Principle-Yeniden yapılandırmaya açık olma prensibi; GATS Anlaşmasının imzalandığı tarihten sonraki yıllarda yapılacak olan yeni ticaret turlarında ve her seferinde de daha ileri düzeyde liberalize edilmek üzere yeniden yapılandırmaya açık olduğunu, yine Anlaşmanın genel hükümlerinde yer alan Stand-Still Principle-Sabit Duruş Prensibine göre de; hiç bir üye devletin, verdiği bir taahhütten geri dönemeyeceğini mutlak kural olarak belirlemektedir. Bu iki temel hüküm, 1994 yılında ne kadar az hizmet sektörü piyasaya açılmış olursa olsun, yeni müzakerelerde bu sektörlerin de piyasalaştırılacağı ve bir önceki süreçte verilen taahhütlerden vaz geçilemeyeceği ya da alınan muafiyetlerin arttırılamayacağı, yeni muafiyetler talep edilemeyeceği anlamına gelmektedir.

 

GATS Anlaşmasında yanılsamaya yol açan en önemli madde ise üye devletlere muafiyet ve korumalardan (derogasyon) yararlanma haklarının tanınmasıdır. Oysa 1994 yılında anlaşma imzalanırken alınan muafiyetlerle ilgili de bir sınırlama getirilmiş ve hiç bir muafiyetin 10 yıldan daha uzun süreyle yürürlükte kalamayacağı ve mutlaka müzakere edilip kaldırılmak zorunda olduğu anlaşmanın 2.maddesinin ekinde açıkça belirtilmektir.

 

GATS anlaşmasının hukuk mekanizması olarak DTÖ’nün Uluslararası Tahkim sistemi belirlenmiştir. Anlaşmanın ilgili hükmü:“Uyuşmazlıkların Halli Panelinde, konu, GATS’dan kaynaklanan haklar ve yükümlülükler ışığında irdelenir.” Şeklinde düzenlenmiş ve bu konudaki Hazine Müsteşarlığının açıklamalarda tahkim panellerinde aşağıda belirtilen iki çeşit durumun gerçekleştiği gözlemlenmektedir ifadesi yer almaktadır.

-          Bir üyenin, yükümlülüklerini veya spesifik taahhütlerini yerine getirmemesi,

-          ya da bir önlemin GATS hükümleri ile çelişmemesine rağmen bir üyenin belirli bir taahhüt altında gerçekleşmesini umduğu bir faydanın boşa çıktığını ya da zedelendiğini düşünmesi'[3]

durumlarında şirketlerin tahkime başvurma hakları doğmaktadır. Bu “hukuk”!!! yaklaşımı ile anlaşma hükümlerinden hiçbirinden geri dönülmemesi garanti altına alınmış ve şirketlerin olası zararları ya da beklentilerinin devletler tarafından ve tabii ki emekçilerden vergi ya da sosyal harcamaların kısılması yoluyla karşılanması hedeflenmiştir.

Yine anlaşmanın Madde A-II hükmünde “GATS, bu koşulların; rekabet ve hizmet sunumu kabiliyeti gibi objektif ve şeffaf kriterler üzerine kurulmuş olması, hizmetin kalitesini temin etmede gerektiğinden daha külfetli olmaması ve lisans prosedürlerinin kendi içinde hizmet arzına kısıtlama getirmemesi için ilkeler geliştirmeye çalışmaktadır” ifadesi yer almaktadır. Anlaşmadaki temel kriterlerin, rekabet ve sahip olunan bireysel yetenekler olarak belirlendiği; “kalite”nin yükseltilmesi için gerekli koşulların “gereğinden daha külfetli olmaması”nın hedeflendiği, kamusal bütün güvencelerin “rekabete engel olduğu” ve “kalite” açısından da gerekli olmadığı iddia edilerek kaldırılmak istendiği ortadadır. Ancak kime ve neye göre gereklilik konusundaki yaklaşımlar müzakere sürecinde tartışmalara yok açmış ve bunu aşmak içinde Eylül-2003’te yapılacak DTÖ 5 Bakanlar Konferansında devletlerin kamusal düzenlemelerinin hizmet üretiminin kalite açısından gerekli olup olmadığının belirlenmesi bir “Gereklilik Testine” tabi tutulacaklardır. 

 

GATS Anlaşmasına göre kaldırılmak zorunda kalınacak bazı kamusal güvence örnekleri:

-    Kamu tarafından yıllardan beri uygulanmakta olan ve işletmelere belli sanayi dallarında mühendis ve teknik eleman istihdam etmeyi şart koşan düzenlemeler,

-    Doğal ve kültürel varlıkların korunmasını hedefleyen kamusal yönetmelikler ve yasalar,

-    İşçi sağlığı-iş güvenliğinin sağlanması için 50’den fazla işçi çalıştıran işyerlerinde bir hekim ve bir hemşire bulundurulması şartı gibi pek çok düzenleme “ticareti gereğinden fazla kısıtlayıcı ve rekabeti engelleyici” bulunarak kaldırılabilecektir.

Bu kamusal güvenceler, bazen belli bir meslek grubundakilerin istihdamını güvence altına almayı, üretimdeki tehlikeleri en düşük seviyeye indirmeyi ya da toplum sağlığını korumayı amaçlayan, bazen de çalışanların çalışma koşullarını insanileştirmeyi hedefliyor olabilir, ancak tüm bu düzenlemeler aynı zamanda birer maliyet unsurudur. Bunun için Örneğin, eğitim alanlarında uygulamasına geçilen ve sağlık alanında da uygulaması başlatılmak için hazırlıkları yapılan Norm Kadro uygulamasının bir sonraki aşamasının işten çıkarma olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yoktur.

 

Bu konudaki zorlama ile amaçlanan ise, kamu sektörlerindeki istihdamı daraltarak bu alanların serbest piyasaya ve rekabete açık hizmet işletmeleri gibi faaliyet göstermelerini sağlamak, yerli ve yabancı hizmet şirketleri gerek iş piyasalarında eleman ararken gerek kendi sektörlerinde birebir ekonomik ve ticari faaliyette bulunurken kamudan kaynaklanan “haksız rekabet”in önüne geçmek ve sonuçta da kamuda çalışan personelin iş güvence olanaklarının sınırlanması ve açığa çıkacak işgücünün serbest piyasa ortamında, iş arar konuma getirilmesiyle tıpkı sanayi üretimi alanında olduğu gibi hizmet üretimi alanında da bir yedek iş gücü ordusu yaratmaktır. Bu konuda direnen hükümetleri de anlaşmadaki  “ticareti gereğinden fazla kısıtlayıcı ve rekabeti engelleyici” hükümleri kaldırmamak suçlaması ile uluslararası tahkime şikayet edebileceklerdir. GATS anlaşması yalnızca kamu çalışanlarının iş güvencesi sorunu değil aynı zamanda da özel sektörde çalışan hizmet kadrolarının ve kamu hizmetlerinden yararlanmakta olan geniş halk yığınlarının yaşamlarını doğrudan etkileyecek bir içerikte ve geriye dönüşsüz olarak dizayn edilmektedir.

 

GATS anlaşmasının1994 metninde yer alan Built-in hükmü uyarınca 2000 Ocak ayında başlatılan ikinci tur müzakerelerinde bugün gelinen noktada, sınıflandırma (classification) ve salkımlandırma (clustering approach) olarak iki farklı anlayış belirlenmiştir. Sınıflandırma 1994 metninde var olan bir anlayıştır ve belli bir sektörün alt branşlarının tanımlanması biçiminde işlemektedir. Örneğin eğitim alanı için, 1-Üniversite, 2-Mesleki Eğitim, 3-Lise Eğitimi, İlköğretim gibi sınıflama yapılmıştır. Ancak Salkımlandırma anlayışında bir sektörle ilişkili olabilecek bütün sektörlerin taahhütte bulunulmasa bile GATS kapsamına dahil edilmesi gibi son derece geniş bir biçimde  işletilmektedir. Örneğin turizm sektörünü salkımlandırmaya tabi tuttuğunuzda, bu sektörün öznesi olan turistin ihtiyaçları ile ilgili tüm hizmet sektörlerini; ulaşım, belediye hizmetleri, enerji, su, mesleki eğitim, sağlık, iletişim, banka, sigortacılık ve mali hizmetler, mimarlık ve mühendislik, posta ve kargo gibi hemen hemen tüm hizmetleri GATS kapsamına dahil etmiş oluyorsunuz. Ayrıca bir turistin beslenme ihtiyacından yola çıkarak gıda ve gıdanın alt salkımı olarak tarıma bir alt salkım olarak tarımsal ve hayvansal gıdaya, bir alt salkım olarak ta et ve süt ürünlerine buradan da entegre et ürünlerine, ve amlajlarına kadar ulaşılmaktadır.

2003 yılı Mart ayı başı itibarıyla turizm, lojistik hizmetleri gibi bir kaç sektörde salkımlandırma anlayışının benimsendiği yönünde haberler gelmektedir.

 

GATS Anlaşmasının bir diğer önemli özelliği de, bir hizmetin üretilmesi için gerekli meta ve hizmetlerin üretimi ile bir hizmetin gerçekleştirilmesine konu olan metaları da kapsamasıdır. Örneğin Eğitim hizmeti için gereken, kitap, kırtasiye, sandalye, masa gibi tüm araç gereçler bu hizmetin verilmesinde kullanılması zorunlu araçlar olarak kapsamda iken, eğitim mekanının ısıtılması için gereken enerji kaynakları, elektrik ve doğalgaz ise iletim ve dağıtım hizmetinden dolayı, eğer kömür ya da fuel-oil kullanılıyorsa nakliye hizmetinden dolayı GATS kapsamına dahil ediliyor. GATS Anlaşmasının bu özelliği ile meta üretiminin büyük bir bölümü de kapsam içine girmektedir.

 

GATS Anlaşmasının 2000 yılı Ocak ayında başlatılan ikinci tur genişletme müzakereleri halen devam etmektedir ve bu süreç 2004 yılı Aralık ayında son bulacaktır. Böylece 1 Ocak 2005 tarihinde dünya halkları yeni bir GATS anlaşmasıyla karşı karşıya kalacaklardır. Bu yeni anlaşmada, daha önce alınmış bütün istisna ve muafiyetlerin hemen hemen tamamı  kaldırılmış olacak ve 1994 yılında piyasaya açılmamış sektörlerde taahhüt altına alınmış olacaktır.

 

Bir üye devletin GATS anlaşmasından çıkabilmesi için, diğer bütün DTÖ üyesi ülkelerin hizmet şirketlerince (anlaşma hükümleri çerçevesinde) talep edilecek tazminatları karşılaması gerekmektedir. Dünyada bu tazminatları karşılayabilecek ekonomik güçte bir ulus devletin var olmadığı hesaplanmaktadır ve bu sistem içinde bu anlaşmadan çıkabilmekte mümkün görünmüyor. Günümüzde var olan sınıflar arası güç dengeleri göz önüne alındığında GATS ve benzeri küresel anlaşmaların mevcut sürecinin durdurulabilmesi kolay görünmemektedir. Bu yüzden dünyadaki karşıtların büyük bölümü anlaşmanın öncelikle dondurulmasını ve sonra da toptan kaldırılmasını talep etmektedirler. Ancak, tüm bu gelişmelere ait bilgilerin kapitalizm karşıtı bir bilincin gelişmesine katkı sağlayacağı ve kısa bir süre içinde “zincirlerinden başka hiçbir şeyleri kalmayacak” emekçi kitlelerin örgütlenmesinin çok daha yaşamsal bir ihtiyaç olduğu görülecektir.

 

Mart-2003

Selim Yılmaz – Ekonomist/SMMM

MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu


[1]Indicators of Globalization, Bob Sutcliffe and Andrew Glyn/ Review of Radical Political Economics, 21 (1):111-132

[2]http://www.antimai.org web sitesi

[3]Hizmet Ticareti Genel Anlaşması GATS anlaşma metninden alıntı, Hazine Müsteşarlığı web sitesi