Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından
hazırlanan ve Sosyal Güvenlik Sisteminde Reform öngören bir tasarı taslağını, 29
Temmuz 2004 tarihinde Sosyal Güvenlik Yüksek Danışma Kurulu'na sunarak
değerlendirmeye açmıştır.
Bu amaçla, 20-22 Eylül 2004 günleri arasında taraflarla bir çalışma toplantısı
gerçekleştirilmiştir.
Toplantıda, konuyla ilgili görüş ve düşünceler aktarılmış; bu kapsamda
belirtilenler, yazılı olarak da iletilmek üzere aşağıda belirtilmiştir:
SOSYAL GÜVENLİK REFORMUNUN ANLAMI
Reform önerisi, bir taslak metin biçiminde sunularak; toplumsal uzlaşma
sağlandığında ortaklaşılacak bir çerçevede yasa taslaklarının hazırlanmasına
başlanacağı, dolayısıyla somut bir model önerisinde bulunulmadığı
belirtilmiştir. Ancak, tartışmaya sunulan metinde yer alan ve çalışmaya gerekçe
olmak üzere yapılan makro ekonomik çözümlemeler, sosyal güvenlik sisteminin
sorunlarına ilişkin saptamalar ve çözümle ilgili seçenekler, gerçekte bir model
önerisine dayanmaktadır.
Kimi ekonomik göstergeler veri alınarak, uygulamaların süreceği ve sürekliliği
varsayılarak, yapay olarak türetilen ya da ortadan kaldırmak için önlem alınmayan
sorunların sosyal güvenlik sisteminin yanlış kurgulanmasından kaynaklandığı ileri
sürülerek; bilinmezlik, belirsizlik ve çözümsüzlük üstüne kurulu bir model
önerisi üzerinden tartışma yürütmek, üstelik bu modelde uzlaşmak için çaba
harcanması istenmektedir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, ülkemizdeki sosyal güvenlik sistemini, var
olan kurumları ve uygulamayı ortadan kaldırarak, tümüyle değiştirmeyi, sosyal
güvenlik hizmetlerinin kamu hizmeti olmaktan çıkarılmasını ve özelleştirilmesini,
kamusal kaynakların piyasaların yararına sunulmasını, bu yolla işçilerin
birikimlerine el koymayı hedefleyen bir model önermektedir.
Bu yaklaşım nedeniyle, Reform Önerisi Taslağı, reform iddiasında olan her yeni
girişimde olduğu gibi; sosyal hakları tehdit etmektedir. Bu girişimin amacı, sosyal
güvenlik sistemini tasfiye etmek ve sosyal güvenlik fonlarına el koymaktır. Modelin,
büyük ölçüde 1994 yılından bu yana sosyal güvenlik kurumlarının yaşadığı
sorunların, emeklilik parametreleri ile ilgili yeni düzenlemeler yapılarak
çözülemeyeceğinden yola çıkılarak tasarlandığı belirtilmekte, bu kurumların
içinde bulundukları sorunların, makro ekonomik dengelerin bozulmasına neden olduğu
ifade edilmektedir.
Bu saptama yapılırken, 1980'li yıllardan başlayarak özellikle SSK fonlarının nasıl
kullanıldığı, bu fonlarla hangi kesimlerin finanse edildiği, 1994'te
gerçekleştirilen kaynak aktarımı sonucu ortaya çıkan zorunlu devlet katkısı, üst
üste yaşanan krizlerle ücretlerde gerçekleşen gerileme, özelleştirmeler sonucu
erken emeklilik uygulamaları, yaygınlaşan işsizlik, desteklenen kayıt dışılık
gibi etkenler göz ardı edilerek öne sürülen temel gerekçeler, sosyal güvenlikle
ilgili bir kavram kargaşası yaratmaktadır. Ancak, bu yaklaşımın bilinçli olarak
izlendiği, gerçekte niyeti gizleme ve farklı yansıtma çabasına dayandığı
önerilen model ve modelin dayandığı sistem birlikte değerlendirildiğinde açığa
çıkmaktadır. Genel doğrulara dayalı olarak sürdürülen söylem, gerçek niyeti
gizlemeye yeterli olmamaktadır.
SOSYAL HAKLAR VE SOSYAL DEVLET
Sosyal güvenlik ve sağlık hakkının da aralarında olduğu temel haklar, hiç
kuşkusuz insanlık tarihinde önemli dönemeçleri tanımlayan gelişmişlik
noktalarıdır. Ancak toplumsal olana vurgu yapan ve bu hakların sosyal boyutunu öne
çıkaran dönem, bu gelişme sürecinde görece yakın tarihlerdir. Sosyal haklar,
kapitalist sistemin belirli bir evresinde, emek gücünün yaşamsal gereksinimlerinin
karşılanması ve kendini yeniden üretmesi için ortaya çıkmış, sosyalist sistemin
etkisi ile kurumsallaşmış, işçi sınıfının mücadelesi ile genişlemiştir. Bu
nedenle insanlık tarihi boyunca değil, ancak iki yüzyıllık bir geçmişten söz etmek
olanaklıdır.
Sosyal haklardaki bu gelişme ve bu doğrultuda sürdürülen mücadeleler, devleti
refahı yaygınlaştırmak için kurumsal yapılar oluşturmaya zorlamış ve sosyal
devlet bu süreçte şekillenmiştir. 1970'li yıllardan başlayarak kapitalist istemde
ortaya çıkan krizler, sosyal hakları hedef alarak aşılmaya çalışılmıştır.
Doğru olan, sosyal güvenlik sistemlerinin bu tarihte krize girdiği iddiası değil,
kapitalist sistemin birikim krizini, sosyal güvenlik başta olmak üzere emeğin
kazanılmış haklarını ortadan kaldırarak aşma isteğidir.
Oysa, sosyal devlet, yalnızca kamu düzeninin sarsılması halinde topluma müdahale
etmekle yetinen, onun dışındaki toplumsal olaylara gözlemci kalan, toplumsal yaşamın
işleyişi içindeki düzenin kendiliğinden oluşacağını kabul eden bir devlet
değildir. Sosyal devlet, topluma hizmet sunarak ve toplumu yönlendirerek, örgütlü bir
toplumda ekonomik ve toplumsal düzene adil bir biçim vermekle ödevli bir devlettir.
Bireylerin güçsüz duruma düşmelerini önlemek, insan onuruna yaraşır bir biçimde
yaşamalarını sürdürmelerini sağlamak sosyal devletin temel görevlerinin başında
yer almaktadır.
Sosyal devletin görevlerinden olan sosyal güvenlik de keyfilikten uzak, süreklilik
özelliği olan, yurttaşların tümünü kapsayan, karlılık ölçütleriyle
tanımlanamayacak kamusal hizmetlerdendir. Sosyal güvenlik, bireyin ve ailesinin,
toplumun tüm kesimlerinin bugününün ve yarınının toplumsal risklere karşı
korunmasıdır. Korunma, anayasasında sosyal devlet ilkesi yazan ülkelerde de
yurttaşlar için temel anayasal haklardandır.
Sosyal devlet, uygulanan ekonomi politikaların sonuçlarına ilişkin koruma amaçlı
politikalarla, çalışanların ve bu uygulamalardan etkilenen kesimlerin risklerini
ortadan kaldırır. Sosyal güvenlik, bu doğrultudaki önlemleri kapsayan sosyal koruma
sisteminin yalnızca bir boyutunu tanımlamaktadır. Sağlık ve sosyal yardım da bu
alanın başka boyutlarıdır. Yani, sosyal koruma kavramı, içinde sosyal güvenlik,
sağlık ve sosyal yardım yanında, çalışma yaşamı (bireysel ve toplu çalışma
ilişkileri), eğitim, mesleğe yöneltme ve işlendirme (istihdam), sosyal ücretler ve
yardımlar ve yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedefleyen çeşitli uygulamaları
tanımlamaktadır.
Bu nedenle, sosyal korumayı çarpıtmadan; evrensel ve tarihi gelişimi içinde kavramsal
ve kurumsal bütünlüğünü göz ardı etmeden değerlendirmek, geçici ve eklektik
çözüm arayışları ile ilgili politikalara indirgememek gereklidir.
YOKSULLUK
Reform girişime gerekçe olarak öne sürülen ve nedenlerine vurgu yapılan konulardan
biri de yoksulluktur. Yoksulluk en yalın tanımıyla, asgari beslenme gereksinmesi ile
barınma, sağlık ve eğitim gereksinimlerini karşılamak için yeterli araç ve
olanakların yokluğu sonucu ortaya çıkan bir fiziksel yoksunluk durumudur. Yaşamını
sürdürmek için gerekli geliri çalışarak elde etmek zorunda olan kesimler için
işsiz kalmak ya da istihdam edilmemiş olmak, yoksulluk kısır döngüsünün
başlangıç noktasıdır.
Yoksulluk, kapitalist sistem içinde, sistemin yarattığı bir olgudur. Kâr elde etmek
üzere mal alıp satmak amacı ile üretim yapmaya kurgulanmış bir ekonomik sistemde; bu
üretimi gerçekleştirecek emek gücünün fazlası bu sorunun kaynağıdır. Kapitalist
sistemde, fazla üretim yapıldığında eldeki mal depolanabilirken, emek gücündeki
fazlalık mal gibi düşük maliyetle depolanamamaktadır. Bu durum, sistem için sorun
yaratmaktadır. Çünkü bu fazlanın ve bu fazlaya bağımlı olan bireylerin,
varlığını sürdürebilmesi, yaşaması ve kendini yeniden üretebilmesi için
gereksinimlerinin karşılanması gerekmektedir. Bu kitlelerin bir yandan da piyasaların
işlemesi için sunum yaratacak bir istemde bulunması yani, asgari de olsa tüketmesi
gerekmektedir.
Ülkemizde uygulanan yeni liberal ekonomi politikalar, kapitalist sistemin bu yapısal
sorununu derinleştirmiş, yaygınlaştırmış, süreğenleştirmiştir. Bugün
ülkemizde mutlak ya da göreli biçimiyle nüfusumuzun üçte birini kapsayacak kadar
artan yoksulluk, doğrudan doğruya işsizlik üreten ve iş yaratamayan/yaratmayan bu
sistemin bir çıktısıdır, uygulanan ekonomi politikaların ürünüdür. Üstelik
kırsal alandaki çözülme ile kentlere akan ve kayıt dışı sektörü ve işsiz
kitleleri büyütecek olan niteliksiz işgücü, yoksulluğun daha da
yaygınlaşacağını göstermektedir.
Öte yandan, yaygın ücret olan asgari ücret, açlık sınırında bir geliri
tanımlamaktadır. Yoksulluk sınırı olarak belirlenen ücret, asgari ücretin birkaç
katıdır. Kayıt dışı sektörde asgari ücretin altındaki ücretler geçerlidir.
Kadın ve çocukların sefalet ücreti ile çalıştığı ülkemizde, çalışanlar da
yoksuldur. Çalışanların yoksulluğu ücretler üzerindeki baskılar, örgütsüzlük,
toplu sözleşme hakkından yararlanamama, çalışmada geçen sürelerin giderek
kısalması gibi nedenlerle yaygınlaşmaktadır. Tablo 1'de çeşitli ülkelerdeki asgari
ücretler karşılaştırılmaktadır.
Tablo 1: Bazı Avrupa Ülkelerinde Asgari Ücretler (2004, Euro)
Lüksemburg 1.403; İspanya 537; Hollanda 1.265; Portekiz 498; Belçika 1.186; Türkiye
240; Fransa 1.173; Macaristan 189; İngiltere 1.083; Polonya 177; İrlanda 1.073; Romanya
69; ABD 727; Bulgaristan 61; Yunanistan 605.
Yoksulluk bir paylaşım sorunudur. Üretilen değer hakça paylaşılmamaktadır.
Yoksulluğun kaynağı gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Yoksulluk vergi
adaletsizliğidir. Yoksulluk, bu ekonomi politikalar sürdükçe derinleşecek bir
olgudur. Ancak, bu politikaların sürüp gitmesi mutlak değildir. Yani, yoksulluk
üreten ekonomi politikalar bu ülke insanlarının kaderi olmamalıdır.
Yoksulluk üretmeyen, yoksul yaratmayan ekonomi politikalar izlenerek, yoksulluk ortadan
kaldırılmalıdır. Sosyal yardımlarla, kaynağı belirsiz sigortacılık teknikleriyle,
bilinmezlik, belirsizlik ve öngörüsüzlükle tasarlanmış sistem önerileriyle,
yoksulluk azaltılamaz, ortadan kaldırılamaz. Bu söylemlerle insanlar beklentileri
yükseltilerek, ancak oyalanabilir. Yoksulluk yönetiminden başka bir anlamı olmayan bu
yaklaşım kitleleri aldatmaktır. Yoksulların varlığını kanıksamak, sürekli
kılmak ve yoksulluğu kadere dönüştürmektir.
SOSYAL GÜVENLİK KURUMLARININ AÇIKLARI VE YOKSULLUK
Reform önerisinde, reform yapılacak olan alan olan sosyal güvenlik sistemi ile
yoksulluk sorununun çözümü bir karşıtlık temelinde gerekçelendirilmektedir.
Sosyal güvenlik kurumlarına bütçeden ayrılan kaynağın yoksulluğun nedeni olduğu
gibi yanlış bir kabulden yola çıkılarak; sosyal güvenlik kurumları (sosyal
sigortalar: SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur) ile sosyal yardım sistemi, dolayısıyla bu
sistem içinde olanlar karşı karşıya getirilmektedir. Toplumun yoksul kesimlerine
sosyal yardım olarak gitmesi gereken mali kaynağın sosyal güvenlik kurumlarının
açığının kapatılmasında kullanıldığı iddia edilerek; bu açık kapatılırsa,
yani sosyal güvenliğe hiçbir kaynak aktarılmazsa bu tutarın sosyal yardımlarda
kullanılacağı, bunun da yoksulluğu hafifletebileceği söylenmektedir.
Bu iddia ile güvencesiz çalışanlar ve işsizlerle, sosyal güvenlik kapsamında olan
çalışanların birbirinin karşıtı olduğu yanılsaması yaratılmaktadır. Toplumun
yoksul kesimlerine, iş, istihdam, insanca yaşamaya yeterli bir gelir elde etme olanağı
sağlamak yerine; yoksulluklarının nedeninin; sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında
olan talihliler olduğu ve devletçe sağlanan olanakların bu şanslı kesim için
kullanılmasından kaynaklandığı söylenmektedir. Böylece, yeni kaynak yaratmadan
sosyal harcamaların artırılması yönündeki toplumsal baskılara karşı,
çalışanların etkin olabildiği sosyal güvenlik sistemi parçalanarak, eldeki kaynak
daha geniş bir havuzda dağıtılmak istenmektedir.
Bu yaklaşım, yanlış ve eksiktir. Çünkü sosyal güvenlik sistemlerinde,
çalışanlar öznedir. Etkin yurttaşlar olarak, hak ve yetki sahibidirler. Sosyal
yardım sisteminde ise hak yerine, yardım ve ianeden söz edilebilir. Yurttaşlık hakkı
temelinde kurgulanmayan bir yardım sistemi kolaylıkla, onur kırıcı bir bağışlamaya
ve siyasal bir araca dönüşebilir.
Bu karşıtlığın bir başka sonucu da, eşitlik ilkesine aykırılık olarak ortaya
çıkmaktadır. Devlet, yoksulların sorunlarına çözüm üretirken, bir yandan tefeci
ve rantiyeden vergi almaktan kaçındığı için katma değer üretenlerden sağladığı
kaynağı bu kesime aktarmakta; ama üreten ve istihdam edilmiş olan kesime de sosyal
güvenlik katkısı (sistematik katkı) yapmamaktadır. Vergilendirilmeyerek gözetilen
kesim ise el koyduğu gelir ve yarattığı adaletsizlikle zaten bu eşitsizliğin
nedenini oluşturmaktadır.
Anayasasında hala sosyal devlet ilkesinin yer aldığı bir ülkede, sosyal güvenliğin
finansmanına ulusal bütçeden katkı sağlanması kaçınılmazdır. Bu nedenle sosyal
güvenlik sisteminin finansmanına bütçe katkısı açık kavramıyla nitelenemez.
Sosyal güvenliğin finansmanında devlet katkısına açığın kapatılması olarak
yaklaşmak sosyal devlet anlayışıyla bağdaşamaz.
Taslak metinde, sosyal güvenlik kurumlarının finansman açığının ekonomi
üzerindeki olumsuz etkileri sıralanırken, 1994-2003 dönemindeki açığın hazine iç
borçlanma faiz oranları dikkate alınarak hesaplanan 2003 yılı güncel değerinin 345
katrilyon olduğu, on yıllık transferlerin toplamı olan bu tutarın neredeyse 2003
yılında yaratılan toplam ulusal gelire eşit olduğu belirtilmektedir.
Aynı yöntemle yaptığımız hesaplamalar sonucu, 1990-2003 yılları arasında sosyal
güvenlik kurumlarına yapılan transferlerin hazine faiziyle güncellenmiş değeri 404
katrilyon, Bakanlık taslağında gözden kaçırılan bir başka kalem olan faiz
ödemelerine yapılan transferlerin güncellenmiş değeri ise 2351 katrilyondur. Yani
faiz ödemeleri için ayrılan kaynak, 2003 yılı ulusal gelirinin yedi katıdır.
Bakanlıkça yapılan hesaplamanın mantığına uygun bir başka anlatımla, sosyal
güvenliğe bütçeden 1 birim aktarılırken, tefeci ve rantiyeye 7 birim
aktarılmıştır. (Tablo 2)
Tablo 2: Faiz Ödemelerinin ve Sosyal Güvenlik Transferlerinin Güncellenmiş Değerleri
1990-2003 Yılları Arasında Bütçeden SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı'na Yapılan
Transferlerin Hazine Faiziyle Güncellenmiş Değeri 404 Katrilyon
1990-2003 Yılları Arasında Bütçeden Faiz Ödemelerine Yapılan Transferlerin Hazine
Faiziyle Güncellenmiş Değeri 2.351 Katrilyon
2003 Yılı GSMH 357 Katrilyon
2003 yılı bütçe rakamlarına göre, bütçenin yüzde 41,7'si faiz ödemelerine,
yüzde 11,3'ü ise sosyal güvenlik harcamalarına ayrılmaktadır. Yatırımlar için
ayrılan pay ise sadece yüzde 5'tir. (Tablo 3)
Tablo 3 : Yıllara Göre Bütçenin Dağılımı
(Milyar TL) 1999 / 2000 / 2001 / 2002 / 2003
Cari 32,7 / 29,1 / 25,4 / 26,9 / 27,4
Yatırım 5,5 / 5,3 / 5,1 / 6,0 / 5,1
Faiz Ödemeleri 38,2 / 43,8 / 51,0 / 44,8 / 41,7
Sosyal Güvenlik 9,8 / 7,1 / 6,3 / 9,7 / 11,3
Diğer Transferler 13,9 / 14,7 / 12,2 / 12,6 / 14,4
Ekonomik istikrarsızlığın nedeni, ileri sürüldüğü gibi sosyal güvenlik
sisteminin kendisi değil, iş yaratma hedefi olmayan ve toplumun çoğunluğu için
yapılan sosyal güvenlik harcamalarını yük olarak gören, toplumun küçük bir
azınlığına kaynak aktarımını amaçlayan ekonomik sistem ve bunu sürdürmeyi
amaçlayan siyasi tercihler ve politikalardır. Tablo 4'te çeşitli ülkelerde sosyal
güvenlik harcamalarının milli gelire oranı gösterilmektedir. Burada Türkiye'de
sosyal güvenlik harcamalarının düşük oranı göze çarpmaktadır.
Tablo 4: Sosyal Güvenlik Harcamalarının GSYİH'ye Oranları
İsveç 31,3; Fransa 30,0; Almanya 29,8; Danimarka 29,5 İsviçre 28,9; Avusturya 28,4;
Hollanda 27,6; Belçika 27,5; Yunanistan 27,2; İngiltere 27,2; Finlandiya 25 ,8; İtalya
25,6; Slovenya 25,6; Norveç 25,6; Portekiz 23,9; İspanya 20,1; İzlanda 20,1; Macaristan
19,9; Slovakya 19,1; İrlanda 14,6; Türkiye 11,2; AB-15 27,5
Kaynak: Eurostat ve ÇSGB
Yoksulluk üreten politikaların uygulandığı koşullarda, yoksulluğun ve yoksulların
çoğalması kaçınılmazdır. Yoksulluğu ortadan kaldıramadan, yoksulların durumuna
çözüm vaat etmek, yoksulları ve yoksulluğu yönetmektir. Yoksulluk yönetiminin
anlamı da sürdürülebilir yoksulluk kavramına denk düşmektedir. Bu model önerisini
kabul etmek, kitlelerin aldatılmasına aracılık etmek mümkün değildir.
REFORM TASLAĞI İLE ÖNERİLEN MODEL
Sosyal Güvenlik Reformu taslağı ile, ülkemiz gerçeklerine yabancı, ancak bazı
yabancılar için çok tanıdık olan bir model önerilmektedir. Bir yandan da
sürdürülen uygulamalarla, bu model yaşama geçirilmektedir. Hedef, sosyal güvenlik
sisteminin içinde barındırdığı fonlar ve piyasalar için kârlılık alanı olarak
belirlenen alanlardır. Bu nedenle, SSK odaklı bir programla, sosyal güvenlik sistemi,
piyasa kurallarının geçerli olduğu yeni bir sisteme dönüştürülmektedir.
Bugüne dek bu amaçla sürdürülen bir dizi bilinçli girişimle, SSK'nın kurum olarak
kamuoyunda güvenilirliği ortadan kaldırılmış, nitelikli hizmet sunma potansiyeli yok
edilmiş, kurumun yönetimi, işleyişi ve çalışma koşulları farklılaştırılmış,
nüfusun yarısına hizmet ve güvence sağlayan ve tek başına bir sosyal güvenlik
kurumu olarak işlev gören yapı işleyemez hale getirilmiştir.
Son uygulamalarla, SSK'nın kaynakları doğrudan özel sağlık işletmelerine
aktarılarak, sondan bir önceki darbenin koşulları yaratılmıştır. Dünya Bankası
tarafından önerilen tüm yapısal dönüşüm programlarının sistematiğine uygun
olarak gerçekleşen bu uygulamanın bugün gelinen aşaması, bu reform taslağı ile
gerçekleştirilecek kurumsal yapıya, hukuksal dayanak ve toplumsal destek oluşturma
girişimidir.
Dünya Bankası, sağlık ile ilgili politika önerilerinde, öncelikle sağlık
harcamalarına ulusal ekonomiden daha fazla kaynak aktarılmasını önermektedir. Bu
önerinin dayanağı daha çok insana daha iyi sağlık hizmeti verilmesi değil,
sağlığın piyasalaşması için daha çok kaynak gerektiğidir. Dünya Bankası dilinde
koruyucu sağlık hizmetlerinin adı talep sıkıntısı çekilmeyen tedavi hizmetleri
dalıdır. Bu alandaki harcamalar kişisel kaynaklardan istikrarsız ödemelerle değil,
sağlık sigortası fonları ile yapılmalıdır. Dolayısıyla nüfusun tümünü
kapsayan bir sigorta sistemine gereksinim vardır. Prim ödeme gücü olanlar, bu sisteme
kendi ödeyecekleri primlerle katılacaklardır. Prim ödeme gücü olmayanların primleri
ise devlet tarafından karşılanmalıdır. Devlet bütçesinden tedavi hizmetlerine
kaynak aktarılmasına son verilmelidir. Bütçe koruyucu ( asgari) sağlık harcamaları
için kullanılmalıdır. Yani, prim ödeme gücü olmayanlar için devletin yapacağı
katkılar bazı paketlerle sınırlı olacaktır. Tedavi hizmeti veren kurumlar, sigorta
fonlarının hizmet satın aldığı kurumlar haline dönüştürülmelidir. Bu amaçla,
bu kurumlarda reorganizasyona gidilmelidir. Hizmet veren ve finanse eden kurumlar
birbirinden ayrılmalıdır. Bu kurumlar arasındaki ilişki piyasa aracılığı ile
kurulmalıdır. Hizmet kalitesi için özel hastaneler teşvik edilmelidir; ancak asıl
olarak kamu hastanelerinin sigorta fonlarına hizmet satacak işletmelere (Reform
tanıtımında bu ifade hastanelerin fatura verir hale gelmeleri olarak
tanımlanmaktadır) dönüştürülmesidir. Dünya Bankası, hastaneler dışındaki
tedavi hizmet talebinin geliştiği alanlara devlet bütçesi kaynaklarının
aktarılmasının kesilmesini, bu hizmetlerin özel muayenehaneler ve polikliniklere (aile
hekimliği) verilmesini ve finansmanının sigorta fonlarınca yapılmasının
hedeflenmesini önermektedir.
Geçtiğimiz yıllarda benzer başka girişimlerde olduğu gibi bu taslak, bir reform
gerektiği savı ile yola çıkmakta ve ekonomik istikrarsızlığın nedeni olarak öne
sürdüğü sosyal güvenlik sisteminin finansmanın yarattığı yoksulluğu ortadan
kaldırmayı hedeflemektedir. Reforma gerekçe yaratmada bu denli zorlanmanın ve uygun
olmayan bir neden-sonuç ilişkisine dayandırmanın nedeni; reformun yukarıdaki Dünya
Bankası önerilerine/ buyruklarına dayandığı ve önerilen modelin kaynağının
Dünya Bankası olduğu gerçeğini gizleme isteğidir.
Önerilen sistem bir özgünlük taşımamakta ve bir yenilik içermemektedir. Öncelikle
uzun ve kısa vadeli sigorta kollarının ayrıştırılması (SSK için bu uygulamaya
dönüşmüştür), bir genel sağlık sigortası kurulması, SSK, Emekli Sandığı,
Bağ-Kur ve özel sandıkları kapsayacak biçimde sosyal sigorta kurumlarının, norm ve
standart birliği de sağlanarak tek çatı altında birleştirilmesi; sosyal
yardımların merkezi bir organizasyon tarafından gerçekleştirilmesi ve tüm bu
hizmetleri yerine getirecek yeni bir kurumsal yapılanma, bu alandaki reform
girişimlerinin olmazsa olmazları olarak sürekli gündeme getirilmiştir.
Geçmişte olduğu gibi, bu kez de yapılmak istenen bu değişikliklerin ortak ve tek
özelliği sosyal sigorta fonlarına el konulması ve sosyal güvenliğin kamusal bir
hizmet olmaktan çıkarılmasıdır. Bu el koyma işlemiyle, uzun vadeli bir sigorta
biçimi olan emeklilik fonları sermaye birikiminin ihtiyaçlarına, iç borçlanma, hisse
senedi piyasasının canlandırılmasına uyarlanabilir duruma getirilmektedir. Prime
dayalı sağlık hizmetleri yani genel sağlık sigortası yoluyla ise, sağlık
hizmetlerinin maliyetlerinin hizmeti kullananlardan sağlanması ve sağlık tesislerinin
özelleştirilmesi yöntemi yerleştirilmektedir.
Bunun sonucu olarak, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi ile birlikte doğrudan ve
dolaylı vergileme yöntemiyle iki fon oluşturulacak; sosyal güvenlik ve sağlık temel
haklar olmaktan çıkarılarak, sadakaya dönüştürülecektir. Bu girişimin anlamı,
insanlık tarihinin kaydettiği gelişme aşamasını ve emekçilerin mücadele ederek
elde ettiği kazanımları reddetmek, hakların kullanımına dayalı çağdaş kurumsal
çözümleri tasfiye ederek, yüzyıllar öncesinin yoksulluk yönetimine geri dönmek,
arkaik Yoksullar Yasası'na yönelmektir. Devletin temel sosyal yükümlülüklerini terk
ederek, yoksulluk yönetimine yönelmesi istenmektedir.
GENEL SAĞLIK SİGORTASI
Genel Sağlık Sigortasının, toplumun, sosyal güvenlik kurumları kapsamında olmayan,
dolayısıyla devletin açık kapatmak amacıyla yaptığı katkılardan yararlanamayan ve
sayıları da 4- 20 milyon gibi bir yakınlıkla tahmin edilen yoksullarına sağlık
hizmeti sağlamak amacıyla kurulacağı belirtilerek, reform girişimine meşruiyet
kazandırmak ve destek sağlamak istenmektedir.
Gerçekte, Genel Sağlık Sigortası, Dünya Bankası'nın da önerdiği gibi sağlığın
piyasalaştırılmasında gerekli olan araçlardan biridir. Bu nedenle, Genel Sağlık
Sigortası, Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen Sağlıkta Dönüşüm Projesi
ile bağlantılı olarak tasarlanmakta ve uygulanmakta olan bu projenin finansal
ayağını oluşturmak istenmektedir. Başka bir deyişle, sağlık işletmelerine
dönüştürülen devlet hastaneleri aracılıyla bütünüyle ticarileşen ve
dönüştürülen sağlık sisteminin finansmanı, Genel Sağlık Sigortası ile
karşılanacaktır. Genel Sağlık Sigortasının Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı üzerinden yürütülmesinin temel nedeni ise SSK hastanelerinin bu sisteme
eklenmek üzere tasfiye edilmesi ya da mülkiyet değiştirmesi gereğidir.
Genel Sağlık Sigortası bir sağlık finansmanı aracıdır. Bu işleyişin
gerçekleşmesi, sağlık sigortası sisteminin seçilmesi durumunda, devlet sağlık
hizmeti sağlamaktan çekilecek ve primli bir sistem yürürlüğe girecektir. Bu seçimin
anlamı, sağlığın bir hak olmaktan çıkması, toplumsal boyutunun ortadan kalkarak
kişiselleşmiş ve özelleşmiş nitelik kazanması ve sağlık hizmetlerinin prim
karşılığı satın alınır hale gelmesi demektir. Tablo 5'te sağlık harcamalarına
ilişkin karşılaştırmalar sunulmaktadır.
Tablo 5: Bazı Avrupa Ülkelerinde Sağlık Harcamaları
Ülkeler (2001) / Sağlık Harcamalarının GSMH'a Oranı / Kamu Sağlık Harcamalarının
Bütçeye Oranı Kişi Başına Sağlık Harcaması ($]
Norveç / 8,0 / 15,2 / 2497
İzlanda / 9,2 / 17,5 / 2192
Almanya / 10,8 / 16,6 / 2113
Danimarka / 8,4 / 12,8 / 2063
Fransa / 9,6 / 13,7 / 1951
İsveç 8,7 13,0 1935
İsviçre / 11,0 / 13,2 / 1897
Belçika / 8,9 / 13,0 / 1778
İtalya / 8,4 / 13,0 / 1660
Hollanda / 8,9 / 12,2 / 1654
İngiltere / 7,6 / 15,4 / 1634
Avusturya / 8,0 / 10,7 / 1566
İrlanda / 6,5 / 14,0 / 1470
Finlandiya / 7,0 / 10,7 / 1395
İsrail / 8,7 / 11,5 / 1272
İspanya / 7,5 / 13,6 / 1148
Portekiz / 9,2 / 13,7 / 1116
Çek *****. / 7,4 / 14,1 / 1031
Yunanistan / 9,4 / 11,2 / 852
Macaristan / 6,8 / 11,5 / 686
Slovakya / 5,7 / 8,9 / 608
Hırvatistan / 9,0 / 12,8 / 593
Polanya / 6,1 / 10,9 / 452
Estonya / 5,5 / 12,1 / 438
Romanya / 6,5 / 15,9 /365
Litvanya / 6,4 / 9,1 / 337
Rusya / 5,4 / 10,7 / 310
Bulgaristan / 4,8 / 9,3 / 248
Türkiye / 5,0 / 9,1 / 209
Ukrayna / 4,3 / 7,6 / 120
Öte yandan Reform önerisi, aile hekimliği, hasta sevk zinciri oluşturma ve bunun için
model önerme gibi, sağlık sistemini ve sağlık politikalarını belirleme ve
yönlendirme eğilimi taşıyan düzenlemeler de içermektedir. Ülke sağlığını
planlamak, sağlık politikalarını belirlemek, tanı ve tedavi kurumlarını
geliştirmek, teknoloji ile donanmış sağlık kurumları oluşturmak, Genel Sağlık
Sigortası gibi bir finansman kurumunun görevi değildir ve olamaz. Ulusal sağlık
politikası bir devlet politikası olmak zorundadır. Bu açıdan genel sağlık
sigortasına işlevi dışında görev yüklemek yanıltıcıdır. Üstelik, sağlık
hizmetlerinin sosyalizasyonu ile ilgili bir yasanın yürürlükte olduğu gerçeği, bu
alandaki model arayışlarını ortadan kaldırmalıdır.
Sağlığın kamusal bir hak olduğu, devletçe sağlanması ve kamu hizmeti yoluyla
düzenlenmesi gerektiği, yani ticari meta konumuna indirgenmemesi anlayışı
benimsenmelidir. Oysa taslak metinde önerilen düzenlemelerin arka planında sağlık
hizmetlerinin metalaştırılması anlayışı yatmaktadır. Önerilen sisteme bir bütün
olarak bakıldığında sağlığın bir hak ve kamusal görev olmaktan çıkarıldığı
görülmektedir. Kurulmaya çalışılan sistem ile sağlık piyasalaştırılmakta,
sağlık hizmetleri piyasada oluşacak fiyatlara endekslenmektedir. Prim ödemesini
zamanında yapmayanların sağlık sigortasının sağladığı haklardan
yararlandırılmaması sosyal sigorta anlayışı ile bağdaşmayacak özel sigortacılık
anlayışının bir sonucudur. Katkı payı adı altında, bugünkü uygulamanın da
ötesinde, paralı sağlık uygulaması yaygınlaştırılmaktadır.
Sigortalının hekim ve sağlık kuruluşunu seçme özgürlüğü adı altında, kamusal
sağlık hizmetlerinin önü kapanmakta, ticarileşme ve piyasalaşma desteklenmektedir.
Sağlık hizmetleri, aile hekimliği ile başlayan bir basamaklandırma işlemiyle, temel
teminat paketine indirgenmektedir. Bu paketin içeriğinin dar tutulması ve
yönetmeliklerle belirlenmek yoluyla değişikliğe açık tutulması sistemin doğası
gereğidir. Böylelikle temel teminat dışındaki sağlık hizmetlerinin
çeşitlendirilerek fiyatlandırılması, her aşama için doğrudan katkı payı
alınması, giderek özel sağlık sigortası aracılığıyla tümüyle paralı hale
gelmesinin yolu açılmaktadır.
Bu, sağlıkta kamusal sorumluluğun silikleşmesi, sağlığın temel bir hak olmaktan
çıkarılması ve özel sigortacılığın, kamu hizmetinin yerine geçmesi anlamına
gelmektedir. Sağlık hizmeti üreten kurumların işletmeye dönüştürülmesi, kamunun
sağlık hizmetinden çekilmesi, kamuya ait tüm sağlık tesislerinin piyasa kurallarına
göre çalışması, bu noktaya dek gidebilecek girişimler için ilk adım niteliği
taşımaktadır.
İşletmeye dönüşen sağlık kurumlarında hizmetlerin taşeronlaştırılması
gündemdedir. Çalışanların sözleşmeli personel olarak istihdamına olanak
tanınması güvencesiz istihdamı getirecektir. Sağlık gibi, doğrudan insan
etkileşimi ile gerçekleşen bir hizmetin, sürekliliğini tehdit eden bu çalışma
koşullarının yaygınlaşması, hizmet kalitesini düşürecek bir uygulamanın önünü
açacaktır.
Genel Sağlık Sigortası, devletin prim ödeme gücünden yoksun olanların primlerini
ödeyeceği, prim ödeme gücü olanlar, dolayısıyla çalışanlar için herhangi bir
katkı yapmayacağı esası ile kurgulanmaktadır. Oysa asıl olan, devletin tüm
yurttaşların için eşitlik gözeterek davranmasıdır. Devlet, sağlık hizmetlerini
tüm yurttaşları için erişilebilir kılmak ve sağlık hakkından yararlanmada tüm
yurttaşlarına eşit davranmakla yükümlüdür.
EMEKLİLİK
Sosyal Güvenlik Sisteminde reform öngören son değişiklik 1999 yılında 4447 sayılı
Yasa ile gerçekleştirilmiştir. Emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısı,
çalışma süresi gibi koşullar değiştirilerek, sistemin finansman açığının
kapatılacağı savı ile, oluşan toplumsal tepkiye karşın bir yasal düzenleme
gerçekleştirilmiştir.
Böylesine büyük bir sav ile yola çıkılmasına karşın, bu Yasa ile beklenen sonuç
alınamamış, Yasada 2003 ve 2004 yıllarında iki kez değişiklik yapılmıştır. Bu
durumda, reform yasasının gerekçesini oluşturan ve sosyal güvenlik kuruluşlarının
finansman dengelerinin 2010 yılından itibaren düzeleceğini ileri süren IMF ve DB
hesaplamalarının yanlış olduğu anlaşılmaktadır. Bu hesaplamalarda bir yanlışlık
söz konusu değilse; ya reform tanımında bir yanlışlık vardır ya da gerçekler
gizlenerek halk yanıltılmıştır.
Açık olan gerçek, 1999 yılında yapılan düzenleme ile başarı
sağlanamadığıdır. Bu kez önerilen reform için Taslakta, 1999'da yapılan reform
sonrası 2000 yılı için dengelerin sağlandığı, yerinde bir saptama ile 2001'de
genel ücret seviyesindeki gerileme ile prim gelirlerinin düştüğü belirtilmektedir.
Bu açık gerçek, tek başına durumu açıklamaya yeterlidir. Aktif-pasif sigortalı
olma oranının düşüklüğü, kayıt dışı istihdamın yüksekliği, prim tahsilat
oranının ve prime esas kazanç sınırlarının düşüklüğü ve fon gelirlerinin
yetersizliği önlenememiştir. Bu durumda yalnızca bir yıllık bir iyileşme için
reform yapılmıştır.
Dünya Bankası, 1999 yılı Ağustos ayında yapılan değişikliğin radikal bir reform
olduğunu, ancak söz konusu reform ile sistemin gelir- gider dengesinin 2010- 2015
yılları arasında sağlanacağını, bu dönem öncesi ve sonrasında sistemin açık
vermeye devam edeceğini söylemektedir. Sistemin gelir-gider açığının GSYİH'ye
oranının 2015 yılından sonra, önce yüzde 1,5'e, 2050 yılında yüzde 5'e ve 2075
yılında yüzde 7'ye yaklaşacağı tahmin edilmiştir. Böylece yapılan reforma rağmen
açıkların devam edeceği gerçeği saklanmıştır. DB, sistemin
sürdürülebilirliğini sağlamak için; asgari prim ödeme süresinin artırılması,
sağlanan emeklilik yardımlarının azaltılması ve her 10 yılda bir gözden
geçirilmesini önermektedir.
Şimdi emeklilik sistemi ile ilgili olarak yapılmak istenen bu önerinin gereği olarak
bir erken gözden geçirmedir. Gerçekte asıl yapılmak istenen, sağlık alanında özel
sektöre kar alanları açılmasıdır. Sağlık ve emeklilik sistemlerinin
ayrışmasını zorunlu kılan bu düzenleme, emeklilik sisteminin de ele alınmasını
gerektirmiştir. Bu alanda yapılmak istenen de, emeklilik yaşının ve prim gün
sayısının arttırılması, aylık bağlama oranının düşürülmesi, kısacası
kazanılmış hakları budayarak emeklilik fonlarının sermaye piyasalarına aktarımı
için gerekli düzenlemenin yapılmasıdır. Emeklilik yaşını arttırmayı gerektirecek
bir ömür düzeyi Türkiye'de geçerli değildir. (Tablo 6)
Tablo 6: OECD Ülkelerinde İnsan Ömrünün Dağılımı
Çocukluk ve Eğitim / Çalışma Yaşamı / Emeklilik
Belçika 27,9 / 48,3 / 23,8
Fransa 28,7 / 49,4 / 21,9
Avusturya 25,5 / 52,7 / 21,8
İtalya 28,4 / 50,3 /21,3
Yunanistan 27,5 / 52,6 /19,9
İngiltere 22,7 / 58,7 /18,6
İspanya 26,8 / 54,6 /18,6
Macaristan 30,1 / 52,2 / 17,7
OECD Ortalaması 26,1 / 56,9 / 17,0
Çek *****. 28,0 / 55,0 / 17,0
Slovakya 28,5 / 54,5 / 17,0
Polonya 29,7 / 53,4 / 16,9
Japonya 26,2 / 57,3 / 16,5
Türkiye 27,0 / 58,1 / 14,9
Kore 30,7 / 57,5 / 11,8
Portekiz 27,4 / 60,9 / 11,7
İzlanda 23,3 / 66,0 /10,7
Meksika 25,6 / 72,7 /1,7
Sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlananlar bakımından ayrım gözetilmemesi, bu
alanda kamusal ve özerk tek bir kuruluşun hizmet vermesi, tüm çalışanların tek bir
sosyal güvenlik kuruluşu altında toplanması ve/veya norm ve standart birliğine
kavuşturulması hedefi, ancak bu hizmetleri düzenlemede kamu hizmeti anlayışıyla
hareket edilmesi, yani piyasalaştırma / metalaştırma anlayışından uzak durulması
halinde olanaklıdır.
Sosyal güvenlik sistemleri toplumsal bütünleşmenin etkin araçlarındandır. Bu
sistemlerle bu denli sık oynanması, toplumda güvensizlik duygusunun yaygınlaşmasına,
gelecek kaygısının artmasına, ödenenlerin karşılığını alamamak düşüncesiyle
sosyal güvenlik sisteminden kaçışlara yol açmaktadır. Her on yılda bir reform adı
altında emekli olma koşullarının daha da zorlaştırılması, bu alanda eşitsizliğin
yaygınlaşmasına, mevzuata ilişkin bilgilerin sürekli değiştirilmesi nedeni ile
yasal hakların bilinememesi gibi sonuçlara neden olmaktadır. Bunlar arasında istenen
ve özendirilen bir başka sonuç, bireysel emeklilik sigortalarına yönelme/
yönlendirmedir.
Oysa sosyal güvenliğin en temel özelliği istihdamın çoğaltılması, ücret veya
aylığın paylaşılması ve herkesin sigortalı olması ile sosyal güvenlik
kuruluşlarının açık vermeden çalışmasıdır. Türkiye, genç nüfus piramidine
sahip bir ülke olarak, sosyal güvenlik sisteminin bu özelliğinden en fazla
yararlanması gereken bir konumdadır. Bu durum bugün ve yakın gelecek için
geçerlidir. (Tablo 7)
Tablo 7: Bazı Ülkelerde ve Türkiye'de Yaşlanma Hızı*
Ülkeler / %7 oranına ulaştığı yıl / %14 oranına ulaştığı yıl / Yaşlanma
hızı
Fransa / 1865 / 1980 / 115 yıl
Almanya / 1930 / 1975 / 45 yıl
İsveç / 1890 / 1975 / 85 yıl
İngiltere / 1930 / 1975 / 45 yıl
Türkiye / 2012 /2039 / 27 yıl
*65 yaş ve üstü nüfusun 0-64 yaş nüfusa oranının %7'den %14'e geçiş süresi
Kaynak: ÇSGB
Bu olanak söz konusuyken ve bu denli genç nüfusa karşın, çalışanların emeklilikle
ölüm arasındaki yaşam süresi kısaltılarak sistemin finansman açığı kapatılmak
istenmektedir. Taslak, yoksulluğu değişmez veri olarak almayı sürdürerek,
yoksulları sosyal güvenceye kavuşturarak değil, sosyal güvenceye sahip olanları
yoksullara yakınlaştırarak sorunu çözmeyi önermektedir. Bu nedenle, emeklilikte
geçen sürenin kısaltılması, emekçilerin çalışırken gelecekleri için
oluşturdukları fondan yararlanma süresinin azaltılması, buna ek olarak emekli
aylığına getirilen sınırlamalarla, kendi birikimlerinden yararlanma oranlarının
düşürülmesi istenmektedir.
Teknolojinin ulaştığı düzey bugün üretim sürecinin daha kısa sürelerle
çalışmayı sağlayacak biçimde düzenlenmesini olanaklı kılmaktadır. Emeklilik
için gerekli süre ile oynamadan, günlük ve haftalık çalışma sürelerini
kısaltarak, daha fazla sayıda insanın çalıştığı toplam süreyi artırmak;
çalışanlar, emekliler ve işsizler için uygun olacak çözümler yaratmak
olanaklıdır. Oysa rekabet koşulları bir yandan daha uzun sürelerde çalışmayı
dayatmakta, çalışma sürelerini uzatmakta; diğer yandan daha fazla sayıda insanın
işsiz kalmasına neden olmaktadır.
Bugün özelleştirme sonucu erken emekli edilen çalışanlar görülmeden, erken
emeklilik üzerinden sistemi eleştirmek konuyu saptırmaktır. (Tablo 8) Bugün, 4857
sayılı İş Yasası ile yarı zamanlı çalışma ve esnek çalışmanın bir çok
başka biçimi yaygın çalışmaya dönüştürülmüştür. Yasanın yürürlük
süresinden başlayarak bu tür çalışanların sosyal güvenlikleri ile ilgili bir
düzenleme yapılmamıştır. Bu alandaki boşluğun sonuçlarını öngörmemek ve
gereğini yapmamak, bu alanla ilgili düzenleme yapma görevi ve sorumluluğundan
kaçınmaktır. Bir yandan esnekliği, belirli süreli iş sözleşmelerini
yaygınlaştıran, iş güvencesini sınırlayan, kıdem tazminatını ölüm ikramiyesine
dönüştürmek isteyen bir çalışma hukukunu geçerli kılmak; diğer yandan, bu
gerçekler karşısında bir ömür boyu çalışılsa bile tamamlanamayacak bir emeklilik
süresini dayatacak yeni bir sistem tasarlamak, sosyal güvenlik hakkını ortadan
kaldıracak bir sosyal dampingtir.
Tablo 8: 50 Yaş Üstü Nüfus İçin Bazı Göstergeler
Sayı / Oran
50 + Nüfus 11.105 / 100,0
İstihdam Edilen 3.296 / 29,7
İşsizler 137 / 1,2
İşgücüne Dahil Olmayanlar (Emekliler hariç) 4.380 / 39,4
Emekliler 3.292 / 29,6
SOSYAL GÜVENLİKTE NORM VE STANDART BİRLİĞİ
Sosyal Güvenlik Reformu ile emeklilik sistemlerinin tek bir çatı altında toplanarak,
aralarındaki farklılıkların giderilmesi ve emeklilik ücretlerinin hesaplanmasında da
asgari ücret dolaylarında aşamalı olarak eşitlenecek bir yöntem belirlenmesi
amaçlardan bir başkası olarak ileri sürülmektedir.
SSK, bugüne dek bu dönüşüm için hazırlanmıştır. Nüfusun yarısına sağlık ve
sosyal güvenlik hizmeti veren kurum, bilinçli bir yıpratma politikası ile kamuoyunda
hedef olarak gösterilmiş, özveriyle hizmet üreten kamu çalışanları, haksız
eleştirilerin odağı olmuştur. Önce ilaç üretimi, daha sonra teknoloji yoğun
yatırımlar, fizibilite yapılmadan kurulan hastaneler, fiyatlandırılmış muayene ve
laboratuar paketleri, ücretli muayene saatleri, döner sermaye uygulamaları, performansa
dayalı ücret sistemi, pahalı ve şaibeli ihaleler, etik sorunlar Kurumun işleyişini
altüst etmiştir. Bağ-Kur, sorunlarıyla baş başa bırakılmıştır. Emekli
Sandığı içerdiği kadroların niteliği gereği, bugüne dek bu tartışmaların
dışında tutulmuştur. 506 sayılı Yasa hükümlerine göre kurulmuş olan özel
sandıkların hemen hepsinin, tek çatı formülü uygulandığında ortaya çıkacak
sorunları vardır.
Bu durumda, finansman sorunları çözülmeden, düzgün bir aktueryal işleyiş
gerçekleşmeden, tümü de sorunlu olan bu kurumları tek bir yapı içinde bir araya
getirmek, kalıcı bir çözüm için uygun görünmemektedir. Böyle bir uygulama, var
olan sorunları boyutlandıracağı gibi, kurumların verdiği hizmetin ve sürmekte olan
işleyişin ortadan kalkmasıyla yaşanacak kaos, toplumsal çözülmeye yol açabilecek
yeni sorunlar yaratabilecektir. Kaldı ki, asıl olan, bu kurumların sorunlarını
ortadan kaldırarak, düzgün işleyişini gerçekleştirmek olmalıdır. Devletin
düzenli katkısını sağlayacak düzenlemeleri gerçekleştirmek, bu doğrultuda uygun
bir başlangıçtır.
Öncelikle bu kurumlar arasında mevzuat birliği sağlamak, norm ve standart birliğinde
ortaklaştırmak için düzenleme yapmak daha gerçekçi ve uygun bir çözümdür. Tek
çatı bir çözüm olarak seçilse bile, öncelikle kurumlar arasında bu düzenlemenin
yapılması gerekmektedir. Emeklilik sigortalarının tek çatıda birleştirilmesinde ise
SSK ve Emekli Sandığı birleştirilmeli, Bağ-Kur ayrı tutulmalıdır. Çünkü ilk
ikisi ücretli ve maaşlıların sigortasıdır, Bağ-Kur ise kendi hesabına
çalışanların ve işverenlerin emeklilik haklarını düzenlemektedir. Bir başka
önemli nokta ise kurum yönetimlerinin demokratikleştirilmesi ve gerçekten özerk hale
getirilmesidir.
Oysa bu seçenek reform önerisinde hiç gözetilmemiştir. Kurumlar arasında prime esas
kazanç, aylık bağlama şartları, aylık ve gelirlerin yükseltilmesi, kazancın
güncellenmesi, sigorta yardımlarının türü ve ödenekler konusunda farklılıkların
bulunduğu belirtilmekle birlikte, yapılan çalışmada sadece;
a) emekli sigortası
b) sağlık sigortası
c) sosyal hizmet ve yardım üzerinde durulmaktadır.
Emekli sigortası dışında yer alan ve Uluslararası Çalışma Örgütünün Sosyal
Güvenlikle İlgili 102 sayılı Sözleşmesinde sayılan maluliyet, ölüm, analık,
meslek hastalığı, sakatlık, işsizlik sigortaları ve bunların işleyişine ilişkin
sorunlara, iyileştirme ve bütünleştirme politikalarına yer verilmemiştir.
Ayrıca emeklilik sigortasına ilişkin açıklamalar yapılırken emeklilik yaşı,
emeklilik sonrası yaşam ve emeklilik ile doğuşta hayatta kalma ümidi tabloları 2075
yılları için verilmektedir. 2035 yılından sonra yine sistem ve yaş değişikliği
getirilmektedir. DPT doğuşta hayatta kalma ümidi serileri bile 2025 yılları ile
sınırlı kalırken, bu kadar hızla değişen bir dünyada 2075 yılına uzanan
projeksiyonların bilimselliği ve finansal geçerliliği tartışmalıdır.
HAK OLARAK SOSYAL GÜVENLİK YERİNE, YARDIM
Reform taslağı, sosyal güvenlik sistemi ile yoksulluk arasında bağlantı kurmaya
özel bir çaba göstermektedir. Bu çerçevede reformla yürürlüğe girecek sistem
sosyal güvenlik olarak değil, sosyal koruma olarak adlandırılmaktadır. Metinde,
ısrarla sosyal güvenliğin yoksulluğa karşı koruma olduğu, ancak mevcut sosyal
güvenlik sisteminin bu temel amacı gerçekleştiremediği vurgulanmaktadır. Sosyal
güvenlik ile yoksulluk ilişkilendirilerek, daha önce de vurgulandığı gibi yoksulluk
yönetimi reformunun gerekçeleri oluşturulmaktadır.
Bu amaçla öncelikle sosyal güvenlik açıklarının, ekonomideki tüm sorunların (kamu
açıkları, borçlanma vb) kaynağı olduğu, gibi kanıtlanamaz bir iddia ileri
sürülmektedir. Var olan sosyal güvenlik sisteminin yoksulluğun artmasının sorumlusu
olduğu söylenerek, sosyal güvenlik reformu yoksullukla mücadele alanına
sınırlanmaktadır. Böylece, sosyal güvenlik haklarının sınırlanabilmesi
meşrulaştırılmakta ve sosyal güvenlik fonlarının sermaye birikiminin ihtiyaçları
doğrultusunda kullanılması niyetinin üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
Taslakta yer alan sosyal güvenlik açıklarının yoksulluğu artırdığı iddiası
doğru değildir, üstelik bunun tam tersi doğrudur. Yani, yoksulluk artışı, sosyal
güvenlik kurumlarının taşıyamayacağı boyuta ve hıza ulaşmış ve bu kurumların
kaynaklarının kuruma noktasına gelmesine neden olmuştur.
Kapitalist sistemin işleyişi nedeniyle giderek daha fazla sayıda insan işsiz kalmakta,
yaşamını sürdürmeyi sağlayacak bir işe ulaşma olanağından giderek
uzaklaşmaktadır. Ekonomi, iş yaratmamaktadır. İş ve işe ulaşma yöntemleri de
piyasalaşmıştır. İşsiz sayısındaki artış, ücretlerin genel düzeyini
etkileyerek, aşağıya doğru çekmektedir. Bu nedenle, sosyal güvenlik sisteminin
gelirleri mutlak ve göreli olarak azalmaktadır. Aynı şekilde, düzenli istihdam
biçimleri yerine, esnek istihdam ilişkilerinin yaygınlaşması ve bunun kayıt
dışılığı desteklemesi, ekonomik krizler sonrası yaşanan kitlesel işsizlik,
özelleştirmeler sonucu ortaya çıkan iş kaybı, yoksullaşmaya neden olarak, sosyal
güvenlik fonlarını tehdit etmektedir.
Bu noktada, sosyal güvenlik kuruluşlarının her türlü olumsuzlamaya, eleştiriye,
bilinçli karalamaya ve gözden çıkarılmışlıklarına karşın, toplumsal
dayanışmayı sağlamayı başaran ve yoksulluğa karşı toplumsal bütünleşmeyi
destekleyen ve sürdüren işlevi gizlenememektedir.
Sosyal güvenlik açıklarının yoksulluğu artırdığı iddiası, sosyal güvenlik
açıkları kapatıldığında yoksulluğun azalacağı düşüncesini geçerli kılmak
için yayılmaktadır. Oysa, sosyal güvenlik açıklarının kapatılmasıyla yeni bir
fon oluşmayacaktır. Gelirlerin giderlerini karşılaması anlamına gelen açıkların
kapanması durumunda ortaya çıkacak olan fazlanın, yoksullar için ve yoksullukla
mücadele için kullanılması söz konusu olmayacaktır. Bu fon da mali sermayenin
paylaşımına sunulacaktır.
EK: SOSYAL GÜVENLİK REFORM ÖNERİSİ TASLAK METNİNDE YER ALAN BAZI KONULARLA İLGİLİ
DEĞERLENDİRME:
1. Taslak metnin giriş bölümünde "sosyal güvenlik kurumlarının giderek artan
açıkları"ndan söz edilerek, "SSK ve Bağ-Kur'un açıklarının artış
hızı, 2000 yılındaki geçici azalma dışında, son dört yılda tekrar artış
eğilimine girmiştir. Emekli Sandığı'nın açıkları ise 1994 yılından bu yana
hızla artmıştır. Bu durum, gerek Emekli Sandığı'nda benzer düzenlemelerin
yapılmamış olması, gerek 2001 kriziyle genel ücret seviyesindeki gerilemenin prim
gelirlerini düşürmesi ve bu olağanüstü ortamda, peş peşe düşük faizli
taksitlendirme ve ödeme kolaylığı sağlayan yasaların çıkarılmasının prim ödeme
eğilimini düşürmesi sonucunda oluşmuştur." (s.1) denmektedir.
Yapılan saptama, sorunun sosyal güvenlik sisteminden kaynaklanmadığını
göstermektedir. Kaldı ki, sosyal güvenliğe katkı yapmanın sosyal devletin görevi
olduğu düşünüldüğünde, sosyal güvenlik açığından söz etmenin olanağı ve
yeri yoktur. Metinde yer verilen ifade, aynı zamanda sosyal güvenlik sistemini
zayıflatan uygulamalara da işaret etmektedir. Bu yanlış uygulamalara değinilmesine
karşın, bu sorunun çözümünün özerk ve demokratik bir kurum yönetimi olduğuna
değinilmemektedir.
2. Yine Giriş bölümünde, "Sosyal güvenlik sisteminin temel amacı insanları
mutlak ve göreli yoksulluğa karşı korumaktır. Mevcut sistemse, yarattığı açıklar
sonucunda makroekonomik istikrarsızlığa yol açarak yoksulluğu arttırmakta, bir
başka deyişle amacının tam tersi sonuçlar doğurmaktadır." (s.1) ifadesi yer
almaktadır.
Taslakla, sosyal güvenlik ile yoksulluk arasında bir karşıtlık ilişkisi kurularak
sosyal güvenliğin makro-ekonomik istikrarsızlığa yol açtığı iddia edilmektedir.
Böyle bir ilişki kurma çabası anlamlı değildir. Ancak, sosyal güvenlik
kuruluşlarına açığın finansmanı olarak sağlanan katkı olmazsa, doğacak
yoksullaşmadan söz etmek olanaklıdır. Yoksulluğun çözümü sosyal güvenlik
harcamalarının azaltılması değil, istihdam yaratacak bir büyümenin
sağlanmasındadır. Sosyal güvenlik, ekonomi politikalar için bir istikrar aracı
olarak görülemez. Sosyal güvenlik kurumları ve iyi işleyen bir sosyal güvenlik
sistemi toplumsal istikrarın gerekleridir.
3. Taslak metnin "Mevcut Sistemin Yoksulluğa Karşı Koruma Sağlayamaması"
başlıklı bölümünde, "Sosyal güvenlik sistemlerinin temel amacı insanları
yoksulluğa karşı korumaktır. Yoksulluk, önlem alınmadığı takdirde, kendisini
çoğaltan bir olgudur." (s.9) denmektedir.
Sosyal güvenlik sistemi insanları yoksulluğa karşı koruma amacına indirgenemez.
Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmelerinde de düzenlendiği gibi, sosyal
güvenlik geçici veya daimi iş göremezlik durumlarına karşı koruma sağlar.
Yoksullukla mücadele ise sosyal güvenliğin ötesinde makro ekonomik göstergelerle
ilgili, ekonomi politikalar gerektirir. Yoksullara sosyal yardımlar yoluyla değil,
yoksulluklarını ortadan kaldıracak, gelir dağılımında iyileşe sağlayacak ekonomi
politikalarla ve eğitim, istihdam, sağlık, gelir sağlayacak sosyal politikalarla
ulaşmak gereklidir.
4. Aynı bölümde, "Yoksulluğun yaygın olduğu kendi hesabına çalışanlar,
ücretsiz aile işçileri ve yevmiyeli çalışanlar aynı zamanda kayıt dışı
istihdamın % 82'sini oluşturmaktadırlar. Bu kesimler çoğunlukla sosyal güvenlik
sisteminin dışındadırlar.Yoksulluk riskinin en düşük olduğu iki grupsa,
işverenler ile ücretli ve maaşlı çalışanlardır. Oysa, sosyal güvenlik kurumları
aracılığı ile aktarılan kamu kaynakları büyük oranda emeklilik sistemi
açıklarını finanse etmek amacıyla kayıtlı çalışma ve emekli olma olanağını
yakalamış bu kesime yöneliktir. Bu durum, kamu kaynaklarının yoksulluğu önlemek
konusunda yeterince etkin kullanılmadığının açık bir göstergesidir. "
(s.10-11) tespiti yapılmaktadır. Ardından, Sağlık sigortacılığı alanındaki
finansman açıkları için kullanılan kamu kaynakları da, emeklilikte olduğu gibi,
büyük oranda sosyal sigorta sistemi şemsiyesi altında olanlara yönlendirilmekte
olduğu belirtilmektedir. (s.12)
Reform önerisinin asıl amacı bu saptamalarda ortaya çıkmaktadır. Yoksulluk riskinin
en düşük olduğu grup içinde ücretli ve maaşlı çalışanların yer aldığı
savının dayanağını anlamak olanaklı değildir. Ücretlerin sürekli gerilemesi,
güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşması vb. çalışan yoksulların
sayısında büyük bir artışa neden olmaktadır. Çalışanlara yönelik sosyal
güvenceler son derece yetersizken, yetersiz olan kaynakların daha da kısılması sosyal
güvenlik sisteminin tümüyle çökmesi anlamına gelecektir.
5. "3.3. Sosyal Güvenlik Kurumlarının Finansman Açığının Ekonomi Üzerindeki
Olumsuz Etkileri" başlıklı bölümde, "Son 10 yıldır bizzat sosyal
güvenlik sisteminin kendisi ülke ekonomisinde istikrarsızlık yaratan ana sebeplerden
biri haline gelmiştir. Kamu bütçesinden sosyal güvenlik kurumlarının açıklarını
kapatmak için söz konusu kurumlara yapılan transferlerin milli gelir içindeki payı,
sorunun büyüklüğünü açıklıkla yansıtmaktadır. Sosyal güvenlik sisteminin
yaşadığı finansman sorunu, kamunun borçlanma gereğini artırmaktadır."
(s.12-13) denmektedir.
"Sosyal güvenlik sisteminin kendisinin ülke ekonomisinde istikrarsızlık yaratan
ana sebep" olduğu saptaması, bu ana nedenin kendisinin ortadan kaldırılması
sonucunu doğuracak bir reform girişimine gerekçe oluşturmaktadır. Ülke ekonomisinin
içinde bulunduğu dar boğaz, borçlanma ile sürdürülen ekonomi politikalardan
kaynaklanmaktadır. Bir kesime kaynak aktarmak amacıyla bilinçli bir seçimin sonucu
olarak ortaya çıkmış olan ve uygulanan bu politikalar, büyük çoğunluk ve toplum
için "istikrarsızlık" kaynağıdır. 1990'dan bu yana, bu bilinçli seçim
sonunda, ülkemiz güncellenmiş değeriyle 2003 yılında elde edilen ulusal gelirin yedi
katı tutarındaki bir değeri, tefeci ve rantiyeye aktarmıştır.
6. "Koruma altındaki kişilere devlet tarafından sağlanan sübvansiyonlar bu
kişiler arasında adil bir biçimde dağıtılmadığı gibi, devletin en yoksul
kesimlere yönlendirmesi gereken kaynaklar sosyal korumaya en az ihtiyaç duyan kesimlere
yönlendirilmektedir." (s.15) denmektedir.
Sosyal korumaya en az ihtiyaç duyan kesimlerle ;ücretli ve maaşlı çalışanlar
kastediliyor ise, reformun hedefi doğrudan doğruya ücretli ve maaşlı çalışanların
sosyal haklarını ortadan kaldırmaya yönelmektedir. Bu durum, sosyal içerikli bir
konuda, bir kavram kargaşası yaşandığını, ya da bilinçli bir biçimde bir kavram
kargaşası yaratılmak istendiğini göstermektedir. Çünkü sosyal güvenlik kavramı
ve sosyal güvenlik kurumları, yoksulluk yasalarından farklı olarak tarihsel süreçte,
çalışanların kazanımları olarak ortaya çıkmıştır. Bugün sosyal güvenlik
yerine sosyal koruma, kavramı yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Sosyal koruma,
yoksulluk olgusunu veri alarak, yoksullaşmanın sürekliliğini var sayarak, yoksulluğu
ortadan kaldırmayı değil, sürdürülebilir kılmak için yönetmeyi hedefleyen
politikaları anlatmaktadır. Onurlu bir birey tarafından bir hak olarak istenecek sosyal
güvenlik yerine, bir iane olarak verilecek sosyal yardıma indirgenecek bir sosyal koruma
önerilmektedir. Sosyal güvenlik, temel bir haktır. Sosyal güvenlik kurumlarına
yapılan transferler, sübvansiyon değil, bu temel hakkın kullanılması ile ilgili
anayasal güvencenin gereğidir. Yoksulluğu ortadan kaldırmak ve yoksullar için sosyal
devlet olmanın gereklerini yerine getirmek, onları insanca yaşatmak için gerekli
koşulları ve kaynağı sağlamak da devletin görevidir.
7. "3.5.1. Finansmanla İlgili Sorunlar" başlıklı bölümde, "Finansman
dengesini bozan en önemli sorunlardan biri erken emekliliktir." (s.18) denilerek
"Çalışılan süre / emeklilikte geçen süre ilişkisini çalışılan süre
lehine değiştirecek yeni düzenlemeler yapılmaması durumunda" (s.19)
karşılaşılacak sorunlar belirtilmekte; aynı bölümde, "Ülkemizde emeklilik
sisteminin diğer önemli parametrelerinden birisi olan aylık bağlama oranı da
yüksektir." (s.19) saptamasına yer verilmektedir.
Reform önerisi ile emeklilikle ilgili haklarda kapsamlı bir gerilemenin söz konusu
olduğu ve kazanılmış hakların hedef olduğu gerçeği, Taslakta açıkça
belirtilmektedir.
Daha önceki bölümlerde, 1999 yılında yürürlüğe giren 4447 sayılı Yasa ile,
emeklilik parametrelerinde gerçekleştirilen değişikliklerle, sadece bir yıl için bir
reform yapıldığı gerçeğinin örtülü bir biçimde ifade edildiği metinde, yine
aynı parametrelerle oynayarak hangi farklı sonuca ulaşılacağına değinilmemektedir.
8. Genel Sağlık Sigortası ile ilgili olarak, "Katılımın zorunlu olduğu primli
bir yapı oluşturulacaktır. Yoksullar için sağlık sigortası primi, kamu tarafından
sosyal yardımlara ayrılan kaynaktan ve objektif yoksulluk testine bağlı olarak
karşılanacaktır." (s.21) ve yoksulluk testinde ölçüt olarak
"Başlangıçta minimum yaşam düzeyi, kişi başına harcama tutarına göre
ölçülecek ve net asgari ücretin 1/3'ü olarak kabul edilecektir." (s.22)
denilmektedir.
Asgari ücretin tümü bugün yoksulluk sınırından birkaç kat daha aşağıdayken,
neden üçte birinin minimum yaşam düzeyinin göstergesi olarak alındığını anlamak
mümkün değildir. Harcama tutarlarına göre belirlenecek minimum yaşam düzeyini
ölçecek objektif yoksulluk testinin insan onurunu zedeleyeceği göz ardı edilmektedir.
Onur kırıcı olmadan, bu testin nasıl yapılacağını tanımlamak, ekonominin diliyle
konuşan reform tasarımcıları için söz konusu bile değildir.
Reformun amacı, tüm vatandaşlara eşit koşullarda sosyal koruma sağlamakolarak
sunulmaktadır. Tüm vatandaşları kapsayan böylesine yüce bir amaç, sağlık ve
güvenlik sorunlarını, ulusal gelirin yarıdan fazlasına el koyarak evrensel düzeyde
çözen azınlığın varlığında bir değer taşımamaktadır. Gelir dağılımındaki
eşitsizlik, sosyal koruma ve sağlık için eşitliği anlamsızlaştırmaktadır.
Örneğin, özel sağlık işletmelerinden her yurttaştan biri prim ödeyerek ve temel
teminat paketinin sınırları içinde kalırken; diğeri banka hesabındaki paranın
sağladığı olanaklara ulaşırken hangi temelde eşitlikten söz edilmektedir?
Toplumsal eşitlikten söz edilemeyen koşullarda, sağlık ve sosyal hizmetlerden eşit
yararlanmak da söz konusu değildir. Bu sorunu ortadan kaldırmanın yolu, toplumsal
dayanışmayı gerçekleştirmek, ortak hizmetlerin maliyetine, diğerlerinin
katılımını zorunlu kılmaktır. Primli Genel Sağlık Sigortası, bu dayanışmaya
olanak vermeyen ve her bireyi olanakları ile sınırlayan bir model önermektedir. Bu
nedenle, sağlık hizmetlerinin toplumsal kesimler arasındaki dayanışmayla finansmanı
mümkün değildir. Sağlık hakkına aykırı olarak, herkes ödediği primin
karşılığı kadar sağlık hizmetine ulaşabilecektir. Asıl amaç da gerçekte
eşitlik sağlamak değil, sağlık hakkının tümüyle metalaşması ve ortadan
kaldırılmasıdır.
9. "Yeni Sosyal Koruma Kurumunun Temel Başarı Ölçütleri" başlıklı
bölümde yer alan, "Emeklilik, işsizlik ve sağlık primlerinin toplanmasında
müşteri odaklı alternatif çözümlerin birlikte kullanıldığı etkin bir tahsilat
yeteneği", "sağlık hizmeti sunucularına hizmet bedellerini vadesinde ödeme
yeteneği" (s.23) gibi ifadeler, sağlık hakkına nasıl yaklaşıldığını
kanıtlamakta, sağlık alanındaki piyasalaştırma/ticarileştirme amacını ortaya
koymaktadır. Sağlığın bu anlayışa dayalı olarak bir metaya dönüştürülmesi,
sağlık hizmetlerinin piyasanın insafına bırakılması, reformun emeklilik sistemi
için yaptığı demografik projeksiyonların tümünün anlamını yitirmesi, yaşam
süreleri ile ilgili olarak bugünkü veriler üzerinden yaptığı tüm hesapların
geçersiz olması anlamına gelecektir. Çünkü, bu sistemin hayata geçmesi halinde,
insanların sağlık hizmetlerinden etkin biçimde yararlanmaları ve yaşama hakkını
korumaları bugünden daha az olanaklı olacaktır.
10. Genel Sağlık Sigortası ile ilgili olarak Sağlıkta Dönüşüm Programı'ndan söz
edilmekte ve "Yeni bütünleşik yapıda Genel sağlık Sigortası'nın sağlık
hizmeti sunması düşünülmediği gibi, SSK'da olduğu üzere eczane işletmeciliği
yapması da düşünülmemektedir. Hastanelerin özerk birer sağlık işletmesine
dönüşmesi sonucunda verimlilikler artacaktır. Ayrıca hastanın hekimini ve
hastanesini seçme serbestisi, kaliteye öncelik veren bir anlayışla sağlık hizmeti
sunulmasına uygun bir ortam yaratılmasını sağlayacaktır" (s.27) denilerek,
sağlığın ve sağlık işletmelerinin piyasalaştırılması ilgili kararlılık ortaya
konmaktadır. SSK Hastaneleri ile ilgili olarak düşünülenler, SSK'nın kurumsal
yapısının göz ardı edildiğini, Kurum yönetiminin bu alandaki iradesinin yok
sayıldığını da ortaya koymaktadır.
11. "Aile hekimliğine dayalı Birinci Basamak Hizmet Sunumu Modeline uygun bir
finansman modeli geliştirilecektir." (s.27) ifadesi ile, birinci basamak tanı
merkezleri (laboratuar vb.) ile desteklenmektedir. İkinci basamak hizmet sunumunun,
"kendi gelirleri ile giderlerini karşılayabilen, çağdaş işletmecilik esasları
ile yönetilen, hizmet sözleşmeleri ile çalışan, idari ve mali açıdan özerk"
(s.28) hastanelerde gerçekleştirileceği belirtilmektedir..
Burada, "Sağlık hizmetlerinin hizmet sözleşmeleri aracılığıyla satın
alınması", "sağlık hizmetlerinin bedellerinin ödenmesinin temel olarak
sigortacılık prensiplerine dayandırılması", "sağlık hizmetlerinin Temel
Teminat Paketi kapsamında sunulması" vb. (s.28) gibi öneriler, tümüyle özel
sigortacılık sistemine ve terminolojisine uygun bir işleyişi tanımlamaktadır.
Sağlığın, Uluslararası Çalışma Örgütünün 102 sayılı Sosyal Güvenlikle
İlgili Sözleşmesinde sayıldığı gibi zorunlu bir sigorta kolu olmaktan
çıkarılarak özel sigorta yoluyla da karşılanabilecek ve satın alınabilecek bir
ihtiyaca dönüştürülmesinin koşulları yaratılmaktadır.
Kaldı ki, günümüzde hastanelerin yukarıda belirtilen esaslara göre yönetilmelerine
engel oluşturan bir durum söz konusu değildir. Üstelik, çağdaş teknolojinin
sağladığı olanaklarla, hastanelerin neden daha iyi yönetilmediklerini, bugünkü
yöneticilere sormak ve sorgulamak gereklidir. Ancak, personel ve yatırım politikaları,
yıldırma ve yıpratma taktikleri ve bilinçli özel kuruluşlara sevk uygulaması ile
kaynakları özel sektöre aktarılmaya başlanmıştır. Hukuki düzenlemeyi beklemeye
bile gerek duymadan, sosyal güvenlik reformu sonucu bu hastaneler için öngörülen
durum fiili duruma dönüştürülmüştür. Bundan sonra yapılacak olan ise
"Uygulama bu !" gerekçesiyle, fiili duruma hukuki kılıf uydurma, yani yasa
yapma aşamasıdır.
12. Temel teminat paketinin içeriğinin yönetmeliklerle belirleneceği (s.29) ,
"finansal açıdan uygulamaları tehlikeye sokacak istisnai başlıklar ve
hizmetlerin paketin içinde öncelikle yer almayacağı"(s.29) söylenmektedir.
Bu anlatım, sağlık sigortasının insanların sağlık hakkını ve sağlık
gereksinimlerini karşılamak için oluşturulan bir yapının değil, bir iktisadi
işletmenin finansmanı için tasarlandığı, izlenimini yaratmaktadır. Bu izlenimi
güçlendiren en temel kanıt, insandan söz edildiğinde kullanılan tek sözcüğün
yoksullar sözcüğü olduğudur. Sistemin finansal açıdan işleyişinin gerekleri,
insan yaşamının önünde olarak düşünülmektedir. Bir sosyal politika belgesinde
yeri olmaması gereken bu yaklaşım, metnin tümüne egemendir. İnsan için
tasarlanmayan, insanı gözetmeyen ama, iyi işleyen bir ekonomik işletmenin sosyal
politika amaçlı bir metinde yeri olmasa gerektir.
13. "Tamamlayıcı sağlık sigortası ile kişilerin daha farklı kapsam, fiyat ve
kalitede sağlık hizmeti talep etmeleri halinde, kişinin kendi cebinden ya da özel
sigortasından aradaki farkı ödeyebileceği yöntemlerin de uygulamaya geçirilmesi
düşünülmektedir." (s.29-30) ve "Sağlık hizmetlerinin tamamından belirli
oranlarda katkı payı alınacaktır" (s.30) ifadeleri, Genel Sağlık Sigortasının
yoksullar için de sağlık hizmeti sunmak üzere düşünüldüğünü ileri sürenlerin
yoksulları da yanıltarak pazarlama yaptıklarını kanıtlamaktadır. Sağlık, temel
teminat paketi dışındaki paketleri satın alma gücü olmayanların ulaşamayacakları,
yaşamsal risk içeren her durumda paketlere ulaşma gücü olsa bile her aşamada
katılım payı ödemek zorunda kalacakları bir biçime dönüşmektedir.
Sağlık hizmetinin, her yurttaşın erişebileceği biçimde örgütlenmesi, sağlığın
parasız ulaşılabilecek bir hak olması ve kamusal sağlık kurumlarınca azami
ölçüde karşılanması gereği vazgeçilmezdir.
14. Sağlık hizmetlerinden yararlanma şartları olarak, "Prim ödemelerini
zamanında yapmayan prim yükümlüsü sigortalılar ile sağlık yardımı açısından
bakmakla yükümlü olduğu kişiler, primleri ödeninceye kadar Kanunda öngörülen
yardımlardan, acil durumlar dışında yararlanamayacaklardır." (s.31)
denilmektedir. Bu kurallar, sağlık biliminin ve sağlık emekçilerinin insan yaşamına
yükledikleri kutsallığa aykırıdır ve Genel Sağlık Sigortasına güçlü bir
karşı çıkış için de tek başına yeterli bir nedendir.
15. Metinde, reform olmadan genel sağlık sigortası uygulamasına geçilmesinin 2005'te
yüzde 2 olan kamu açığının GSYİH'ya oranının 2025'te yüzde 17'ye çıkacağı,
söylenmektedir.
Genel Sağlık Sigortasına geçilmeden önce, sağlık haklarının kısıtlanması
önerilmektedir. Reform yapılmadan Genel Sağlık Sigortası'na geçilmesi durumunda kamu
açığının GSYİH'ya oranının yüzde 17 olacağı, reformla birlikte bu oranın
yüzde 7'ye düşeceği belirtilmektedir. Aradaki yüzde 10 fark, halkın karşılaması
gereken miktarı göstermektedir. Bu durum, sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi, sosyal
sigortacılığın birikimlerine ve sosyal güvenlik fonlarına el konulması demektir.
Var olan sistem, özel sigortacılık kurallarının ve koşullarının geçerli olduğu
primli sigortacılık sistemine dönüştürülecektir.
16. Taslak bazı konuları da gizlemektedir. Yoksullara yapılacak yardımın ve yoksullar
için devlet tarafından ödenecek genel sağlık sigortası primlerinin hangi kaynaktan
karşılanacağı belirtilmemiştir. Oysa tasarının öngördüğü sistem, büyük
fonların oluşumuna ve piyasalarda değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bu fonların
hangi gelirlerden karşılanacağına değinilmemektedir. Uygulanan ekonomi politikalar,
bu ekonomi politika araçları ile, gelecek yıllara konan ipotek, yeni kaynak yaratmak
konusunda bir esneklik olmadığını göstermektedir. Bu durumda, var olan haklarda
gerileme anlamına gelecek ve eldeki kaynakları daha geniş bir kitleye dağıtarak,
kitleleri yoksullaştıran, yoksulları artıran, yoksulluğu yaygın, meşru ve
kanıksanmış kılan, kitleleri yoksullukta eşitlemeyi gerçekleştiren bir model
dayatılacaktır.
17. Taslak Metinde, emeklilik yaşının 2035 yılından itibaren erkeklerde 61,
kadınlarda 59'a çıkarılması, sonraki yıllarda da artışın sürdürülmesi
önerilmektedir. Prim gün sayısının ise 7000'den, 9000'e çıkarılması söz
konusudur. (s.42) Ayrıca şu anda SSK'da yıllık bazda % 2.6 olan aylık bağlama
oranının, 2040 yılında yıllık % 1.5 olacak şekilde kademeli olarak azaltılması
hedeflenmektedir. Bunun için 2015'e kadar yıllık % 1.6, 2015'ten itibaren % 1.5 aylık
bağlama katsayısı önerilmektedir. (s.44-45)
Bu öneriler, emeklilik haklarının budanması ve emekli aylıklarının azaltılması
yoluyla emeklilerin daha da yoksullaştırılması anlamına gelmektedir. Bu durum, sosyal
güvenliğin ortadan kaldırılması demektir ve bu nedenle kabul edilemez. |