mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu


Ulus Devlet de Değişiyor!

Prof.Dr.Türkel Minibaş-GÖZUCUYLA Cumhuriyet 11 Nisan 2005

turkmini@superonline.com

Ulus devleti demokrasinin, girişimciliğin önündeki en büyük engel sayanlar bugünlerde nedense pek devlet sevdalı oldular. Kalemşorlarıysa şaşkın!

Krizin dalga ayakları daraldıkça daha da devlet sevdalı olacaklar. Çünkü sermayenin rahatça nemalanacağı ortamın yaratılması, öncelikle ulus devletin varlığına ve de gücüne bağlı!

Kaldı ki küreselleşmenin ulus devleti, sermayenin korktuğu gibi refah sağlayıcı, kaynakları paylaştırmaktan yana bir devleti de dayatmıyor. Aksine:

1. Sermayenin istediği alana, istediği koşullarda yatırım yapabilmesi ve ticari ilişkilerini sürdürebilmesi için kamu-özel ayrımına karşı;

2. Sermayenin verimliliğini ve kârlılığını olumsuz etkileyecek her türlü güce karşı anayasal düzenlemelerle jandarma rolü yüklenen;

3. Kaynakların dağıtımında ulusötesi politikalara öncelik tanıyan;

4. Rekabetçi düzende kaybedenlerin değil kazananların yanında olan;

5. Her türlü ayrılıkçı harekete küresel çıkarları zedelemediği sürece hoşgörüyle yaklaşan;

6. Kesimler arasındaki farklılıklara neden olmamak gibi bir gailesi de olmayan;

kısacası, sermayenin çıkarlarına öncelik tanıyan bir devleti öngörmekte.

Francis Fukuyama 'nın son kitabı ''Devletin İnşası'' nın ana fikri de zaten bu. Daha güçlü bir ulus devlet!!

Yani?.. Küreselleşmenin finans, üretim, istihdam alanında yarattığı hastalıklarla baş edecek bir devlet!

Yani?.. Finans dünyası sıcak para akımlarıyla küreselleşirken karşılıksız krediler, hortumlama, yolsuzluklara göz yummaktan vazgeçen bir devlet!

Yani?.. Devlet düne kadar etkin olduğu sektörleri bir bir piyasa ekonomisine bırakırken ortaya çıkan otorite boşluğunun yarattığı yoksulluk, uyuşturucu, terör gibi hastalıklarla baş edecek bir devlet!

Yani?.. Emeğin ücret ve çalışma koşullarını ulusötesi firmaların önceliklerine göre biçimlendiren bir devlet!

Kısacası... Fukuyama'nın söz ettiği ulus devlet, hem küresel sermayenin koruyucusu hem de sermayenin küreselleşmesiyle ortaya çıkan urları temizlemekle yükümlü bir devlet biçimidir.

Neoliberalizmin üstadı, ulus devleti tüm sorunların kaynağına oturttuğuna göre geriye kalanlara da ev ödevlerini yapmak kalıyor. Nasıl mı?

Malum, kapitalist sistem, tarihinin en uzun krizini yaşıyor. 30 yılı aşkın süredir sermaye birikimi yetersizliğinden kaynaklanan krizini de sermayenin küreselleşmesiyle aşmaya çalışmakta.

Gelin görün ki sermayenin sınır tanımayan bir yapı kazanması, sanıldığı kadar kolay değil. Ulus devletin, enerjiden doğal kaynaklara, maden yataklarına kadar sermayenin önünü açacak düzenlemelere girmesi tek başına yetmemekte. Sermaye, var olduğu ülkenin kültür kalıplarından yatırımcının davranış kalıplarına kadar birçok faktör tarafından etkilenmektedir.

Dahası, kapitalizmin krizi sermayenin krizi olduğundan, sermaye kâr maksimizasyonunu sağlamak için ulus devletin yeterince kurumsallaşmadığı, dış borç gereksinimi içinde bulunan, maden, enerji ve doğal kaynaklarını kullanabilecek teknolojiye sahip olmayan, emeğin örgütlenme olanağının kısıtlı olduğu... Açıkça söylemek gerekirse ulus devletin zafiyet içinde olduğu ülkeleri tercih etmektedir.

Tercih etmesine ediyor da yarattığı ekonomik, sosyal ve siyasal kirlenmeye çözüm getirmiyor. Zaten küreselleşmenin kilidi de tam bu noktada.

Neoliberaller küreselleşmenin ta başından beri savunduğu, MAI anlaşmaları, MIGA oluşumuyla biçimlenen küresel dünyanın aksamadan işleyebilmesi: Ulus devletin, sermayenin çıkarlarına öncülük tanımasına, bireyin çıkarlarını bu doğrultuda düzenlemesine bağlı.

Ulus devlet yerli neoliberalllerin sandığı gibi yok olmuyor. Aksine, daha da güçleniyor. Hem de farklılıkları daha da arttırarak.

Ulus devlet, anadil, bayrak gibi kavramları kimin, nasıl kullandığına bakmaksızın alıp kullananların durumu ise daha vahim. Hem ulus devletten yana olup hem de küresel düzenin savunucularıyla terazinin aynı kefesine oturmak tabii ki hiç kolay değil!

İki cami arasında beynamaz olmak herhalde bu olmalı!

www.turkelminibas.net