mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu |
Emeğin sermaye ile
mücadelesinde dönüm noktası: SEKA Direnişi
Yrd. Doç. Özgür Müftüoğlu |
Kapitalist sistemin
özünü oluşturan düşünce der ki; “bireyler çıkarları için uğraş verirse bu,
toplumsal çıkara da fayda sağlar”. Bu düşünceye göre, ekonomi de her şey
serbesti içinde olmalı devlet, özel mülkiyeti koyup kollamak dışında hiçbir şeye
müdahale etmemelidir. Bu bağlamda, tüm üretim ve hizmetler özel girişimciler eliyle
yürütülmelidir. Ancak bu sayede, tüm kaynaklar verimli biçimde kullanılabilir ve
toplum özlediği refaha ulaşabilir. 18. yüzyılda
ortaya atılan ve modern iktisadın da temelini oluşturan bu düşünce, 18. yüzyılın
sonlarında, burjuva sınıfının iktidarı ele geçirdiği Fransız İhtilali ile
birlikte yaşama geçirilmiştir. Fakat mülkiyet için özgürlük anlamını taşıyan
bu yaklaşım, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlara büyük bir zenginlik
getirirken, buna sahip olamayıp, sadece emek gücünü satarak yaşamını sürdürmek
durumunda olanlar için özgürlük ve refah bir tarafa daha fazla sefalet getirdiği
kısa bir sürede görülmüştür. Bunun üzerine de 19. yüzyıla damgasını vuracak
olan işçi sınıfı mücadeleleri başlamıştır. Bir taraftan işçi
sınıfı mücadeleleri, diğer taraftan ise özel mülkiyeti kutsayan bu iktisadi
düşüncenin başarısızlığı, kapitalist ekonomide bir takım işlerin kamu yönetimi
elinde yürütülmesini zorunlu hale getirmiştir. Özellikle 1929 krizi ile kabul gören
bu düşünce, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde “özel sermaye eliyle kalkınma”
düşüncesini benimseyen Türkiye Cumhuriyeti tarafından da kabul görmüştür.
Böylelikle 1930’dan itibaren “Devletçilik” ilkesi kabul edilmiş ve 1933 yılında
hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile bu ilke yaşama geçirilmiştir. Bu
plan doğrultusunda, 1933 yılında 2262 sayılı Kanun’la kurulan Sümerbank’a
bağlı olarak 1934 yılında Kayseri ve Bakırköy fabrikaları faaliyete
başlamıştır. 1935 yılında faaliyete başlayan Isparta gül yağı fabrikası,
Paşabahçe şişe ve cam fabrikası ve Zonguldak somi-kok işletmesi bunu izlemiş, 1936
yılında ise bugün kapatılmak istenen İzmit kağıt fabrikası faaliyete geçmiştir.
Bunun ardından da 1980’li yıllara kadar çeşitli alanlarda devlet eliyle birçok kamu
işletmesi kurulmuştur. 1930’lardan
1980’lerin başına kadar geçen dönemde ekonominin, üretimin baş tacı edilen kamu
işletmeleri, bu dönemde bir taraftan, emek gücünün nitelik kazanması, bulundukları
bölgenin gelişmesi gibi toplumsal birçok yarar sağlarken, diğer taraftan
Türkiye’de özel sermayenin gelişimine de önemli katkılar sağlamıştır. 1970’li yılların
başında tekrar krize giren kapitalizm, 18. yüzyıldaki özel girişimciliği kutsayan
anlayışını krizden çıkış için kurtarıcı olarak görmüş ve tekrar yaşama
geçirmiştir. Türkiye, 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte bu sürece dahil olmuştur.
12 Eylül 1980 darbesinin de katkılarıyla uygulamaya konulan bu anlayış doğrultusunda
bir dönemin baş tacı olan kamu işletmelerine yenileme yatırımları yapılmamış ve
bu işletmeler verimsiz hale getirilmiştir. Bugün kapatılmak
istenen İzmit SEKA fabrikası bunun en açık örneğidir. 1970’lerde 7 bin 500
işçisi ile 617 bin ton kapasiteye ulaşmış ve elde ettiği gelirle dokuz kağıt
fabrikası kurulmuş olan İzmit SEKA fabrikasında bugün sadece 724 işçi
çalışmaktadır ve kapasite, 122 bin tona gerilemiştir. Şimdi bu
işletmeler, 25 yıldır uygulanan bu politikanın ardından yine aynı politikaların
temsilcileri tarafından verimsizlikleri gerekçe gösterilerek kapatılmak ya da
özelleştirilmek istenmektedir. Bunun ardındaki temel düşünce kuşkusuz bu alanların
uluslararası ve ulusal sermayeye yok pahasına sunulmasıdır. 1980’lı
yılların başından bu yana gündemde olan bu politikaların sonucunda ÇİTOSAN, Et ve
Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Sümerbank gibi birçok işletme
özelleştirilmiş ya da kapatılmıştır. Böylece bu alanlar özel sermayenin ve
büyük ölçüde de uluslararası özel tekellerin eline geçmiştir. Bu
özelleştirmelerin gerçekleştirildiği süreçte, sadece bu işletmelerde çalışan
emekçiler direnç göstermiş, ancak sendikaların pasif, hatta çoğu zaman
özelleştirmeyi kabullenir tavırları ve diğer emekçilerin yeterli destekte
bulunmaması nedeniyle bu direnç kolayca kırılmıştır. Ayrıca, direncin yoğun
olduğu bazı işyerlerinde çalışanların ek tazminat, istedikleri ilde başka bir kamu
kurumuna yerleştirilme gibi birtakım çıkarlara tevessül edilmesi de bu direncin
kırılmasında etkili olmuştur. İzmit SEKA
işçileri uzunca bir süredir kapatılmak istenen işyerlerine sahip çıkmak için
aileleri ile birlikte onurlu bir direnişi sürdürmektedir. Bundan önceki örneklerde
pek görülmedik biçimde diğer her kesimden emekçiler ve emekten yana olan örgütler
de SEKA işçisine destek olmaktadır. Bu sayede SEKA işçisi, hukuk yoluyla bir
süreliğine de olsa fabrikalarının kapatılmasını engellemiştir. Ancak, SEKA ve
diğer kamu işletmelerinin kapatılması ya da özelleştirilmesi AKP’nin iktidara
gelebilmek için IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve onlarla işbirliği halinde olan
yerel sermayeye verdiği taahhütlerin en başında gelmektedir. AKP’nin iktidarını
sürdürebilmesi bu taahhütleri yerine getirmesine bağlıdır. Bu nedenle de
emekçilerin direncini kırmak için her türlü yolu deneyecektir. Bu süreçte SEKA
işçilerinin direnişi sadece İzmit SEKA fabrikası için değil, diğer
özelleştirmeler, Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Kamu Personel Reformu ve kıdem
tazminatının fona devredilmesi başta olmak üzere, bundan sonra AKP Hükümeti eliyle
yürütülecek olan tüm yeni liberal politikaların uygulanmasında etkili olacaktır. Eğer, SEKA direnişi başarıya ulaşırsa emekçiler, her şeyden
önce uzun süredir mevcut haklarını kaybettikleri süreci durdurma ve tersine
döndürme noktasında yeniden umutlanacaklar ve daha etkin bir mücadele içerisine
gireceklerdir. Bunun için işçisiyle, memuruyla, işsiziyle, küçük üreticisi ve
esnafıyla, kentte yaşayanıyla, kırda yaşayanıyla tüm toplum kesimlerinin SEKA
direnişine destek vermesi gerekir. SEKA işçisi de toplumsal sorumluluğunun bilincinde
olarak, kendisine hükümet tarafından teklif edilen küçük ayrıcalıklara tevessül
etmeyerek bu onurlu direnişini sonuna kadar sürdürmelidir. Unutulmamalıdır ki
bugün emekçilerin kaybetme noktasında olduğu haklar, işçi sınıfının
bugünkünden çok daha zor koşullar altında gerçekleştirdiği benzer mücadelelerin
sonucunda elde edilmiştir. Aynı başarının tekrar edilmesi için gereken; emekçilerin
kendilerine güvenmeleri, dayanışma içinde olmaları ve sınıf bilinciyle mücadeleyi
sürdürmeleridir. |