mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu

Emeğin sermaye ile mücadelesinde dönüm noktası:

SEKA Direnişi

 

Yrd. Doç. Özgür Müftüoğlu/Evrensel/ 4 Şubat 2005

 

Kapitalist sistemin özünü oluşturan düşünce der ki; “bireyler çıkarları için uğraş verirse bu, toplumsal çıkara da fayda sağlar”. Bu düşünceye göre, ekonomi de her şey serbesti içinde olmalı devlet, özel mülkiyeti koyup kollamak dışında hiçbir şeye müdahale etmemelidir. Bu bağlamda, tüm üretim ve hizmetler özel girişimciler eliyle yürütülmelidir. Ancak bu sayede, tüm kaynaklar verimli biçimde kullanılabilir ve toplum özlediği refaha ulaşabilir.

18. yüzyılda ortaya atılan ve modern iktisadın da temelini oluşturan bu düşünce, 18. yüzyılın sonlarında, burjuva sınıfının iktidarı ele geçirdiği Fransız İhtilali ile birlikte yaşama geçirilmiştir. Fakat mülkiyet için özgürlük anlamını taşıyan bu yaklaşım, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlara büyük bir zenginlik getirirken, buna sahip olamayıp, sadece emek gücünü satarak yaşamını sürdürmek durumunda olanlar için özgürlük ve refah bir tarafa daha fazla sefalet getirdiği kısa bir sürede görülmüştür. Bunun üzerine de 19. yüzyıla damgasını vuracak olan işçi sınıfı mücadeleleri başlamıştır.

Bir taraftan işçi sınıfı mücadeleleri, diğer taraftan ise özel mülkiyeti kutsayan bu iktisadi düşüncenin başarısızlığı, kapitalist ekonomide bir takım işlerin kamu yönetimi elinde yürütülmesini zorunlu hale getirmiştir. Özellikle 1929 krizi ile kabul gören bu düşünce, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde “özel sermaye eliyle kalkınma” düşüncesini benimseyen Türkiye Cumhuriyeti tarafından da kabul görmüştür. Böylelikle 1930’dan itibaren “Devletçilik” ilkesi kabul edilmiş ve 1933 yılında hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı ile bu ilke yaşama geçirilmiştir. Bu plan doğrultusunda, 1933 yılında 2262 sayılı Kanun’la kurulan Sümerbank’a bağlı olarak 1934 yılında Kayseri ve Bakırköy fabrikaları faaliyete başlamıştır. 1935 yılında faaliyete başlayan Isparta gül yağı fabrikası, Paşabahçe şişe ve cam fabrikası ve Zonguldak somi-kok işletmesi bunu izlemiş, 1936 yılında ise bugün kapatılmak istenen İzmit kağıt fabrikası faaliyete geçmiştir. Bunun ardından da 1980’li yıllara kadar çeşitli alanlarda devlet eliyle birçok kamu işletmesi kurulmuştur.

1930’lardan 1980’lerin başına kadar geçen dönemde ekonominin, üretimin baş tacı edilen kamu işletmeleri, bu dönemde bir taraftan, emek gücünün nitelik kazanması, bulundukları bölgenin gelişmesi gibi toplumsal birçok yarar sağlarken, diğer taraftan Türkiye’de özel sermayenin gelişimine de önemli katkılar sağlamıştır.

1970’li yılların başında tekrar krize giren kapitalizm, 18. yüzyıldaki özel girişimciliği kutsayan anlayışını krizden çıkış için kurtarıcı olarak görmüş ve tekrar yaşama geçirmiştir. Türkiye, 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte bu sürece dahil olmuştur. 12 Eylül 1980 darbesinin de katkılarıyla uygulamaya konulan bu anlayış doğrultusunda bir dönemin baş tacı olan kamu işletmelerine yenileme yatırımları yapılmamış ve bu işletmeler verimsiz hale getirilmiştir.

Bugün kapatılmak istenen İzmit SEKA fabrikası bunun en açık örneğidir. 1970’lerde 7 bin 500 işçisi ile 617 bin ton kapasiteye ulaşmış ve elde ettiği gelirle dokuz kağıt fabrikası kurulmuş olan İzmit SEKA fabrikasında bugün sadece 724 işçi çalışmaktadır ve kapasite, 122 bin tona gerilemiştir.

Şimdi bu işletmeler, 25 yıldır uygulanan bu politikanın ardından yine aynı politikaların temsilcileri tarafından verimsizlikleri gerekçe gösterilerek kapatılmak ya da özelleştirilmek istenmektedir. Bunun ardındaki temel düşünce kuşkusuz bu alanların uluslararası ve ulusal sermayeye yok pahasına sunulmasıdır.

1980’lı yılların başından bu yana gündemde olan bu politikaların sonucunda ÇİTOSAN, Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Sümerbank gibi birçok işletme özelleştirilmiş ya da kapatılmıştır. Böylece bu alanlar özel sermayenin ve büyük ölçüde de uluslararası özel tekellerin eline geçmiştir.

Bu özelleştirmelerin gerçekleştirildiği süreçte, sadece bu işletmelerde çalışan emekçiler direnç göstermiş, ancak sendikaların pasif, hatta çoğu zaman özelleştirmeyi kabullenir tavırları ve diğer emekçilerin yeterli destekte bulunmaması nedeniyle bu direnç kolayca kırılmıştır. Ayrıca, direncin yoğun olduğu bazı işyerlerinde çalışanların ek tazminat, istedikleri ilde başka bir kamu kurumuna yerleştirilme gibi birtakım çıkarlara tevessül edilmesi de bu direncin kırılmasında etkili olmuştur.

İzmit SEKA işçileri uzunca bir süredir kapatılmak istenen işyerlerine sahip çıkmak için aileleri ile birlikte onurlu bir direnişi sürdürmektedir. Bundan önceki örneklerde pek görülmedik biçimde diğer her kesimden emekçiler ve emekten yana olan örgütler de SEKA işçisine destek olmaktadır. Bu sayede SEKA işçisi, hukuk yoluyla bir süreliğine de olsa fabrikalarının kapatılmasını engellemiştir.

Ancak, SEKA ve diğer kamu işletmelerinin kapatılması ya da özelleştirilmesi AKP’nin iktidara gelebilmek için IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği ve onlarla işbirliği halinde olan yerel sermayeye verdiği taahhütlerin en başında gelmektedir. AKP’nin iktidarını sürdürebilmesi bu taahhütleri yerine getirmesine bağlıdır. Bu nedenle de emekçilerin direncini kırmak için her türlü yolu deneyecektir.

Bu süreçte SEKA işçilerinin direnişi sadece İzmit SEKA fabrikası için değil, diğer özelleştirmeler, Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Kamu Personel Reformu ve kıdem tazminatının fona devredilmesi başta olmak üzere, bundan sonra AKP Hükümeti eliyle yürütülecek olan tüm yeni liberal politikaların uygulanmasında etkili olacaktır.

Eğer, SEKA direnişi başarıya ulaşırsa emekçiler, her şeyden önce uzun süredir mevcut haklarını kaybettikleri süreci durdurma ve tersine döndürme noktasında yeniden umutlanacaklar ve daha etkin bir mücadele içerisine gireceklerdir. Bunun için işçisiyle, memuruyla, işsiziyle, küçük üreticisi ve esnafıyla, kentte yaşayanıyla, kırda yaşayanıyla tüm toplum kesimlerinin SEKA direnişine destek vermesi gerekir. SEKA işçisi de toplumsal sorumluluğunun bilincinde olarak, kendisine hükümet tarafından teklif edilen küçük ayrıcalıklara tevessül etmeyerek bu onurlu direnişini sonuna kadar sürdürmelidir.

Unutulmamalıdır ki bugün emekçilerin kaybetme noktasında olduğu haklar, işçi sınıfının bugünkünden çok daha zor koşullar altında gerçekleştirdiği benzer mücadelelerin sonucunda elde edilmiştir. Aynı başarının tekrar edilmesi için gereken; emekçilerin kendilerine güvenmeleri, dayanışma içinde olmaları ve sınıf bilinciyle mücadeleyi sürdürmeleridir.