mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu |
Kan, acı, şiddet... Fakat herşeye rağmen umut yok olmuyor. By Jason Burke - The Observer - 19 Eylül 2004 Çeviren: Gaye Yılmaz Özgür Radyo Kassel'in web sitesinden alınmıştır. |
Irak’ta bir başka gün, birkaç düzine ölü daha, bu kez kuzey kentlerinden birinde Kerkük’te. Irak’ta yeni oluşan savunma kuvvetlerinde iş bulabilmek için sıra bekleyen kalabalığın üzerine sürülen bir intihar aracının patlamasıyla birlikte 20 kişi daha can verdi. Irak’ta geçici hükümetin Haziran ayında yönetimi devralması, ülkede şiddetin son bulacağı şeklinde yorumlanıyordu. Oysa tersine ülkede Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden bu yana yaşanan en korkunç şiddet olayları son günlerde daha da arttı. ABD istihbaratının şimdilerdeki tahminleri de ülkedeki yoksulluk ve istikrarsızlık ile buna bağlı olarak yaşanan şiddet ve anarşi ortamının öngörülebilir gelecek açısından en iyimser tahminle önümüzdeki yılın sonunda düzeleceği biçiminde. Londra, Bağdad ve Waşington’daki politikacılar ise bu tahminlere katılmıyorlar. Onlara göre herşey daha kısa bir süre içinde iyiye gidecek. Peki gerçekler ne diyor? Durum gerçekte ne kadar kötü? Olumlu herhangi bir işaret var mı? Irak’ı gelecekte neler bekliyor? Bağdat hava alanından eskiden genç ve narin palmiye ağaçları arasından akmakta olan yoldayız yine. Artık palmiye ağaçlarından eser yok. Direnişçileri gizlemesinler diye tıraşlanmış hepsi. Yeni Irak Ulusal Muhafız Gücünün acımasız devriyeleri, yolun kenarlarındaki tozlu çalılıklar arasında aylak durumda bekleyen Koalisyon Güçlerince kurulmuş ve bugüne kadar yine onlar tarafından eğitilmiş yerel milisler, zırhlı, klimalı Humvee jeeplerine kurulmuş Amerikan askerleriyle yol hala ülkedeki en tehlikeli yollardan bir tanesi. Alandan yolcu taşıyan otobüsün şoförü biri cep telefonu kullanmaya kalktığı anda çığlığı basıyor, bütün korkusu, ya cep telefonu yol kenarındaki bombaları tetiklerse... Araçlar, köprü üzerlerine konuşlanan nişancılardan kaçabilmek için kavisler çizerek yol alıyor. Bir tarafta bir zafer havası -büyük kamyon parkları, zırhlı araç konvoyları,düzinelerce saldırgan köpekleri, hapishanesi ve römork kabinlerinin uzayıp giden sırası ile- Irak’taki 140 bin Amerikan askerinin muazzam karargahı. Madalyonun diğer yüzünde ise Batı Bağdat’ın kirli, yoksul, çöplükle yaşamın iç içe geçtiği, şiddetin kol gezdiği gerçeklik var. Bunların ötesinde Felluje ve Ramadi çevresindeki alan Sunnilerin hegemonyası altında ve bu bölge artık hem yeni Irak hükümeti hem de ABD’nin tamamen kontrolünün dışına çıkmış durumda. Bu manzara, Irak hakkındaki bütün iddiaları çürütüyor. Irak, çökmüş duvarları, kendi topraklarında hiçbir söz hakkı olmayan zayıf ve belirsiz yetkilileri ile bir haydutlar ülkesi bugün. Amerikalılar kendi üslerinde sinmiş durumda. Fakat Bağdat’ın merkezine vardığınızda birşeylerin değiştiğini görüyorsunuz. Trafik düzeliyor. Eğer akşam olmuşsa Karada, Mansoor gibi zengin banliyölerdeki şık restoranlar vızır vızır işliyor. Tüm risklere rağmen insanlar çay içmek için kaldırım kenarlarına oturuyor. Alışveriş vitrinleri en pahalı ürünlerle tıka basa dolu. Bağdat kentinin büyük bölümünde yüzeyde görülebilen şey sayısı son derece sınırlı. Görülüp hissedilebilenler ise hükümet binaları çevresindeki güçlü bariyerler ile kenti, yanmış, yıkılmış, yoksul diğer Orta Doğu kentlerinden farklılaştıran artık alışılmış yakındaki bir patlamanın insanın kanını donduran gürültüsü. Analizler genelde aşırılıkları saptırıyor – ülke anarşinin eşiğinde, Ocak ayında yapılması planlanan seçimler Irak’a başarı ve istikrar getirecek, ülkede işgal karşıtları güçleniyor, hükümet halkın desteğini arkasına aldı.- Oysa gerçekler oldukça karmaşık, bazı iyi ve çok daha ağırlıklı olarak kötü şeylerin karmasından oluşuyor. Bu hikaye, inişe geçen bir dünyada sadece normal bir yaşam sürmek isteyen bir halkın hikayesi. Karada’daki yüksek tavanlı sarmaşıklarla sarılı eski evinin salonunda Nawar Sahhar İsa’nın solmuş bir resminin çevresine güller yerleştiriyor. Pek çok rapora bakılacak olursa Irak’lı Hristiyanlar ülkeyi terketmeye zorlanıyor, fakat Sahhar inatla ister Şii ister Sunni ne olursa olsun bütün komşularını koruyacağını tekrarlıyor. Aslında Sahhar da Irak’tan ayrılmak istiyor fakat şiddet yüzünden değil. O, yalnızca , 10 ve 13 yaşlarındaki ciddi biçimde engelli kızlarının tedavi edilmesini ve insanca bir yaşamı arzuluyor. Onun yaşadığı sorunlar hemen hemen bütün Iraklıların karşıya karşıya bulunduğu sorunlarla aynı: eşi tam 5 aydır işsiz, gıda ürünlerinin fiyatları adeta roketlemiş durumda, elektrik ve temiz su sorun olmaya devam ediyor ve tüm bunların ötesinde hiçbir yaşam güvenliği yok Irak’ta. “ABD işgali başladığında çok sevinmiştik. Saddam rejimi sırasında hiçbir özgürlüğümüz yoktu. Fakat şimdi çok korkuyoruz ve yine özgürlüklerden mahrumuz.” Gerçekte, isyancılarla ABD askerleri arasında daha fazla çatışma oluyor, ama her ne kadar marjinal ölçüde olsa da bazı Iraklılar son 6 aylık süreçte Bağdat kentinin pek çok yerinde kişisel güvenliklerinin iyileştiğini söylüyorlar. Ayrıca her 6 saatin 4 saatinde elektrik alabiliyorlar, iş bulabilenlerin ücretlerinde de az da olsa bir artış var. Ama iyileşme süreci son derece yavaş ilerliyor. Güvenlik ve yeniden inşaanın el ele yürütülmesi gerektiği konusunda herkes hemfikir. Gerek Şii gerekse Sunni militanlar, gelişmenin gecikmesinin savaşma kararı almalarında çok kritik bir role sahip olduğunu belirtiyorlar. Yaklaşık 2 milyon yoksul Şii’nin yaşadığı kuzeydeki Sadr kentinde son haftalarda ciddi çatışmalar yaşanıyor. Ordu’nun geçen yılki tartışmalı seferberlik kararına kadar bir asker, şimdilerde ise bir Şii militanı olan Khalid Hadu “Bize pek çok vaatte bulundular ama vere vere kirlilik verdiler” diyor. Geçen ay Necef kentinin yıkıntıları arasında ve çatışmanın tam ortasında konuşan 23 yaşındaki Şii militan, işgale karşı savaşmak için orada olduğunu söylüyor. Sunni militanlar da aynı görüşte. Fakat Waşingtondan yetki alan 15 kadar ABD şirketince yürütülen yeniden inşaa hareketi yabancı yatırımlar ve expertizler üzerine bina ediliyor. Ve Irak’ta yabancılara yönelik tehdit bugün her zamankinden çok daha fazla. Mahmudiye, Bağdat’ın güneyinde ekim alanlarının bol olduğu bir yerleşim. Bu bölge güneye giden ana yol boyunca uzanıyor ve Irak’taki yabancılar için en tehlikeli noktaların başında geliyor. Yereldeki Sunni aşiretler, büyük ölçüde Suudi Arabistandan ithal edilen radikal muhafazakarların etkisi altında ve isyancılar için çalışan silahlı adamlar Batılıları kaçırmak ya da öldürmek için yollar boyunca pusu kurmuş durumda. Gazeteciler Mahmudiye kıyısından geçerken arabanın arka koltuğuna uzanıp kendilerini gizlemeye çalışıyor ve şans getirmesi için işaret parmaklarını orta parmaklarının üzerine koyarak bu yolu kat ediyor. Bütün bu önlemlere karşın elbette hepsi yolu sağ salim geçemiyor. Geçen ay 2 Fransız gazeteci kaçırıldı bu yolda. Düzinelerce Arap kamyon şoforü de yakalandı. Irak Polisi ile ABD Ordusunun geçen ay düzenlediği büyük operasyonun hiçbir etkisi olmadı. Bu insanları kaçıranların kimliklerinin teşhis edilmesi son derece zor. Bunlar arasında “Haçlılar”ı hedef alan radikal İslami gruplar, yeniden yapılanmaya engel olmak isteyen milliyetçiler ve haydutlar bulunuyor. Benzer olarak direniş te farklı biçimler alıyor. Kendi istihbarat servislerine göre güneyde İngiliz Ordusuna yönelmiş 4 ayrı tehdit var : eski rejime bağlılıkları yüzünden savaşanlar, Şii El-Mahdi militanları, El-Kaide ve uzantıları ve son olarak ta aranan suçlular. Ingilizlerin popularitesini hala koruduğu Basra’da şiddet eylemlerine katılan ve destek verenlerin sayısı az. Askeri istihbaratın tahminlerine göre Ağustos ayında sert çatışmalara giren Mahdi ordusundaki asker sayısı 500’den az. Cihad savaşçıları ile İslami gruplarla ilişki içinde olan militanlardan bol bir şey yok. Direnişin liderleri, bu farklı gruplar arasında işbirliğinin çok zayıf olduğunu belirtiyor. Fakat, örneğin Basra civarında petrol çıkarımının sürekli kesintiye uğraması gibi herhangi bir sorun pek çok farklı aktörün koordine edilmemiş çabalarıyla sonlanabilir. Hırsızlar, bakır güç kablolarını çalıyor; yerel isyancılar kuzeye elektrik ileten hatları kesiyor, eski Baas partililer boru hatlarını tahrip ediyor. Necef, Ağustos ayında 3 hafta boyunca bir savaş bölgesiydi. Apaçi helikopterleri Mahdi militanlarının mevzilerine yaylım ateşi açtılar. Amerikalılar 14 askerini kaybetti, militanlar ise bunun 5 katını. Düzinelerce sivil canından oldu. ABD jetleri geçen hafta Fellujedeki hedefleri vurdu. Felluje ve yakınındaki pek çok kent halihazırda yerel Şii savaşçıların elinde. Musul’un kuzeyi, Samarra ve Baquba da mücadeleye devam ediyor. Yeni Irak Ulusal Güvenlik danışmanı Observer’a verdiği demeçte yeni demokratik, federal Irak’ta hiçbir silahlı militanın olmayacağını belirtiyor. “Eğer sorun yaşanırsa, onlarla konuşacağız ama silahlarını bırakmaları gerek” diyor. Ama tüm bunların ne zaman olacağı konusunda tam bir belirsizlik var ve danışman “sizin tahmininiz de benimki kadar kötü” yanıtını veriyor. Bir başka bürokrat, “legal, temsil gücüne sahip bir yönetime ihtiyacımız var. Aksi taktirde cehenneme doğru hızla ilerliyor olacağız” diyor. Mahdi ordusunun kıdemlileri Ocak ayındaki seçim sürecine katılabileceklerini, Irak halkına yardım etmek ve yeni Irak’ta var olmak istediklerini belirtiyor. Şii’ler Irak nüfusunun %60’ını oluşturuyor, bu nedenle de yapılacak seçimde oldukça büyük bir çıkar payları var. Fakat Sunniler – ya da en azından isyancılara destek veren azınlıkları- hizaya getirmek pek kolay olacak gibi görünmüyor. Bu gruplar 25 milyonluk Irak nüfusunun %20 ila 25’ini oluşturuyorlar ve Irak’ın eski elit tabakası olarak kaybetme ihtimalleri oldukça zayıf. Başbakan Iyad Allavi, Sunni üçgeni içindeki 300 bin nüfusun ulusal seçimleri kazanmasına izin vermeyeceğini belirtiyor. Fakat kilidi açacak olan anahtar Irak halkının elinde. Kıdemli Bakanlardan dilencisine kadar Irak’lılarla yapılan yüzlerce görüşme Irak halkının çoğunluğunun Saddam’ın gidişinden memnun olduğunu; ülkedeki ABD işgalini istemediğini, isyancıları da istemediğini ve Allavi ile hükümetine bir şans vermeye hazır olduğunu ortaya koyuyor. Irak halkı seçim istiyor, Irak halkı temel tüketim mallarına ulaşabilmek istiyor ve Irak halkı şiddetin derhal son bulmasını istiyor. Bu insanlar İslamın kimliklerinde önemli bir rol oynadığına inanıyor ve ülkelerinin birbirinden bağımsız etnik ya da dini bloklara bölündüğünü görmek istemiyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Irak’ta da geniş bir siyasi görüşler yelpazesi var. Necef’teki çatışmalar sırasında yerli halktan bazıları Amerikalı askerlere ve Hükümet güçlerine su taşıdı; diğer bazıları ise savaşan tüm taraflara kızgındı, bir diğer grup Allawi’ye kızgındı ve “Bush’un köpeği, Blair’in eniği” diyordu. Amerikalı diplomatlar hala Irak’ın Irak’lılara teslim edildiği iddiasındalar. Bunun tümüyle gerçek olduğunu söyleyebilmek çok zor, en azından siyasetin güvenlik ve ABD’nin askeri operasyonlarını doğrudan etkilediği yerler açısından bu iddia doğru değil. Örneğin, Allawi tarafından isyancılar için çıkarılan bir af yasası anlamını tümden kaybedinceye kadar ABD baskısı ile sulandırıldı. Ayrıca, yeni Başbakan çoğunlukla yerli halkı vuran hava saldırılarını durduramıyor ya da durdurmak istemiyor. Fakat yeni bir ulusun çehresi yavai yavaş seçilmeye başlıyor artık Irak’ta. Gariptir ama, bu yeni ulusun büyük bölümü – sistematik uygulanan baskı dışında- tıpkı Saddam’ın ulusuna benziyor. Dehşet verici bürokrasi adeta geri gelmiş durumda. Petrol Bakanlığındaki kıdemli bir bürokrat “Yolsuzluğun kokusu tüm diğer kokuları bastıracak kadar güçlü” diyor. Yeni polis gücü yaptığı işi, mevcut düzeni şiddet ve ölümcül eylemlerle sürdürmek biçiminde tanımlıyor, yurttaşları işlenecek suçlara karşı korumak biçiminde değil. Hükümet, medyanın eleştirilerine son derece sert yanıtlar veriyor ve örneğin El Cezire TV’yi kapatma ve gazetecilere işkence yapmaya kadar vardırıyor işi. Allawi bir de gizli istihbarat servisi kurdurdu ve adını da “şiddete karşı olağanüstü güçler” olarak belirledi. Tüm bu yaşananlar geçen hafta ortaya çıkan ve kıdemli İngiliz Hükümet Danışmanlarından Tony Blair’e savaş öncesinde gönderilen bir muhtırayı doğruluyor. Bu muhtırada Irak’ta nasıl bir rejim değişikliği olursa olsun bunun Saddam rejiminden daha iyi olacağına dair hiçbir belirti bulunmadığı belirtilmekteydi. Aynı muhtırada Irak’ta yeni bir Hükümet bile kurulsa bu yapının da kitle imha silahları üretmeye çalışacağı belirtiliyor. Tüm bunlar Iraklılar için son derece popüler. Bağdatlı bir işadamı bütün suçluların halkın gözleri önünde idam edildiğini görmek istediğini belirtiyor. Kufa’da öğretmenlik yapan Kathmi Kathm Allawi’nin Irak’ın ihtiyaç duyduğu güçlü şahsiyet olduğunu belirtiyor ve ekliyor : “Burada çok uzun zamandan beri her şey şiddetle hallediliyordu. Irak’lılar sadece şiddetten anlar”... İngiliz muhtırası ise Irakın bir demokrasi geçmişi olmadığı ve Irak’ta hiç kimsenin böyle bir alışkanlığının bulunmadığı uyarısında bulunuyor. Peki, Irak’ı gelecekte neler bekliyor? Savaş öncesinin “Orta Doğu’nun kalbinde refah içinde, istikrarlı bir Batı tipi demokrasi” konseptine dair yeni ortak vizyon yerle bir olmuş durumda. Bugünün meselesi karışıklıktan ne kurtarılabilirse kurtarmak. Devletin bile Batı tipi bir demokrasiden mutlu olacağına dair bir işaret yok. Tek çıkar yolun ulusal bir konsensus inşa etmek olduğunda birleşen herkes, bunun bile Irak’ı, savaşı başlatanların iddialarından uzaklaştıracağı görüşünde. Fakat ABD’nin yapacağı her tür müdahale korkunç biçimde geri tepecek ve ülkeyi, bugüne kadar kaçınılan kaosun eşiğine getirecek. Katastrofik bir çöküşten ziyade Irak’ı derinden sarsan, daha fazla kanın döküldüğü, belirsizliğe doğru hızla ilerleyen ve çok daha istikrarsız bir geleceği öngörmek mümkün. Sahhar gibi sıradan insanların yapabileceği bir tek şey var: Ummak, ummak, hergün daha kuvvetle ummak... Observer, Waşington Cato Enstitüsünden Charles Pena’ya, Londra Ekonomi Fakultesinden Yahia Said’e, ve Royal Birleşik Hizmetler Enstitüsünden Daniel Neep’e bazı sorular yöneltti: ABD, ordularını geri çekmeli mi? Charles Pena: Eğer işgalcileri geri çekerseniz, bazı isyancıların meşruiyetini de ortadan kaldıracağınıza dair iyi bir tez var. Fakat isyancıların tümü motivasyonlarını aynı güdüden almadığı için şiddet devam edecektir. Rejimin ortadan kaldırılması siyasi bir vakum etkisi yarattı. Şu andaki problem, Irak’ın kontrolünü ele geçirmek için sürdürülen bir iç mücadele, ABD ordusu bu sorunun sadece parçası. Yahi Said : ABD ordusu sorunun parçası haline gelmiş durumda. Onlar kendi kendileri için bir tehdit oluşturuyor, özellikle de Irak’lıların fiziksel güvenliği açısından. ABD ordusu, tüm dünyada aşırı İslamcı güçleri çeken bir mıknatıs gibi. Bir kontrol noktası ya da bir hapishanede birine taciz ya da tecavüzde bulunan her Amerikan askeri isyan ateşine bir odun daha eklemiş oluyor. ABD ordusunun Irak’taki varlığı, isyancıları meşrulaştırıyor. Tabii bu biraz da ordunun nasıl geri çekileceğine bağlı. Ordunun geri çekilmesi şiddet spiralini kırmak için mevcut birkaç çıkıştan bir tanesi. Ama bu muhakkak Irak hükümetinin talebi üzerine olmak zorunda. Eğer ABD tek taraflı çekilecek olursa bu hareket karşıtını üretecektir. Daniel Neep: ABD ordusunun mevcudiyeti Irak’ta bazı sorunlara yol açıyor, bu doğru. Fakat Ordu’nun geri çekilmesi de bu sorunların tümünü çözmeyecek ve böyle bir durumda Irak’ta bu durumla ilgilenebilecek çok az insan kalmış olacak. Ekonomik ve sosyal çöküşe bağlı olarak yaşanan şiddetin esas sebebi 30 yıl süren baskı, savaş ve diktatörlük. Şiddet, politik davranışın normal bir parçası haline gelmiş durumda. Bugünkü durum içgüdüsel, patolojik fakat kesinlikle politik değil. İç savaş çıkması ihtimali var mı? Charles Pena: Aslında bugün yaşadıklarımız da iç savaşa benzemiyor mu? Yahia Said: Irak şu anda bir iç savaş yaşıyor. Irak Başbakaı ve ABD Hükümeti Güvenlik kavramını yanlış anladılar. Güvenlik meşruiyettir. Ama, ABD ve Irak güçlerinin pek çoğunu görüyoruz, ülkeyi zorbalıkla asla pasifize edemezsiniz. Danile Neep: Etnik ve dini bir bölünme olacağını zannetmiyorum. Ama kaotik bir savaş zaten devam ediyor ve bu savaşın süreceği ihtimali de her geçen gün güçleniyor. Ehveni Şer bir seçim, hiç seçim olmamasından daha mı iyi? Charles Pena: Zehirinizi toplamaya mecbursunuz. Defolu, yarım yamalak bir seçim, Irak halkının seçim sonuçlarını tanımayacağı anlamına gelir. Fakat seçimin ertelenmesi halinde Şii’ler politik süreçten çekilebilirler. Önce seçimi yapmalı ve sonrasında da ülkeden çıkmalıyız. Yahia Said: Şiddetin geri planındaki en önemli faktör Hükümetin meşruiyetten yoksun olması. Öyle veya böyle bir meşruiyet, hiç meşruiyet olmamasından daha iyidir. Ama mutlaka ulusal ölçekte bir seçim yapılmak zorunda. Daniel Neep: Seçimin yapılması gerekiyor hatta yarım yamalak olsa bile. En azından iyi bir başlangıç olabilir düşüncesindeyim. Her şey geçtikten sonra Irak halkı daha geniş bir temsil gücüne sahip bir hükümet talep edecektir. Ama bunun için isyancılarla bir çeşit mutabakata varılması gerekiyor. Devlet, yalnızca birilerini tümüyle marjinalize etmek için güç sahibi olmamalıdır. Guardian Unlimited Special Report Iraq By Jason Burke Sunday September 19, 2004 The Observer Çeviren: Gaye YILMAZ |