mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu |
Küresel
Sömürgecilik Aracı: Sözleşmeli Üretim Dr.Nejdet Oral - 27 Ocak 2004 http://www.sendika.org web sitesinden alınmıştır. |
Yapısal uyum programları tarım sektöründen devleti geri çekerken, köylülük ile sanayi sermayesini karşı karşıya bırakıyor. Bu, kapitalizmin köylülüğü tasfiye etme ve küresel sömürgeciliği kurumlaştırma araçlarından "sözleşmeli üreticilik"le yükseliyor. 24 Ocak Kararları ile başlatılan, 12 Eylül askeri rejimi eşliğinde 1982 Anayasasıyla kalıcı hale getirilen anti-demokratik, baskıcı bir politik düzen içinde uygulanan "istikrar ve yapısal uyum politikaları", toplumdaki gelir dağılımını emek gelirleri ve tarım aleyhine, büyük sermaye lehine değiştirmeyi amaçlıyordu. Bu düzen, genelde sermayenin sömürü olanaklarına yeni katkılar yaptı. Ancak yapısal uyum programlarının yöntem, etki ve sonuçları -belki de- en açık biçimde tarım kesimindeki değişimde ortaya çıkmış bulunmaktadır. Son yirmi yılda sanayi-devlet-tarım zincirinde halkaların diziliş sırası değiştirilmiş, yeni sıralama devlet-sanayi-tarım şeklini almıştır. Başka bir deyişle, devlet-köylü doğrudan ilişkisi kırılmış, sermaye-köylü ilişkisi kurulmaya çalışılmıştır. Arada devletin bulunmadığı bu ilişki, "sözleşmeli üreticilik" modeli üzerinde yükselmektedir. Sözleşmeli üreticilik, kapitalizmin günümüzde köylülüğü kendine özgü bir tarzda tasfiye etme ve küresel sömürgeciliği kurumlaştırma araçlarından birisidir. Hem tarımda, hem de hayvancılıkta uygulama alanı bulmuş olan bu modelin dünya genelinde uygulayıcı ve savunucusu uluslararası şirketlerdir (Güler, 1996). En uygun çıkış
yolu: Sözleşmeli çiftçilik Dünya tarım üretimini yönlendiren uluslararası şirketlerin tarım üreticileri ile ilişkileri üç temel biçim sergilemektedir. Bunlardan birisi plantasyonlar, ikincisi genel ticari ilişkiler, üçüncüsü sözleşmeli çiftçilik uygulamasıdır. Plantasyonlar, Orta ve Güney Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinde geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Yabancı şirketin toprak sahibi statüsü ile ücretli işçi kullanarak üretim sürecinde doğrudan yer aldığı bu uygulama, aşırı sömürü suçlamaları ve ulusçuluk hareketleri ile yaygınlaşan ulusallaştırma girişimleri sonucunda çekici olmaktan çıkmıştır. Üçüncü ilişki
biçimi olarak sözleşmeli üreticilik, diğer biçimlerin sarsıldığı bir ortamda en
uygun çıkış yolu olarak geçerlilik kazanmıştır (Güler, 1996). Risksiz ve çok
kazançlı Sözleşmeli
çiftçilik modelinde şirketler, yabancı bir ülkede işletme sahibi olmadıkları
için, plantasyonların tersine aşırı sömürü suçlamalarından ve ulusallaştırma
tehdidinden uzak kalmaktadır. Hatta yerli işgücünü çalıştıran patron da
-görünürde- kendisi değildir. Bu nedenle tarım işçilerinin örgütleriyle karşı
karşıya gelme riski yoktur. Yerli plantasyonlar, yabancılara göre daha az ücret
ödemekte ve sendikalarla daha sert mücadele edebilmektedir. Böylece hem maliyet
düşürülmekte, hem de yabancı şirket siyasal maliyetten uzak kalmaktadır. Öte
yandan, yerli plantasyonlar, yerli devletin kendi üreticisini desteklemek adına devreye
soktuğu kamusal kaynakları kullanmada yabancı plantasyonlara göre çok daha
şanslıdırlar. Ayrıca, sözleşmeli üreticilik, çokuluslu şirketlerin
çıkarlarını savunan yerel işadamlarıyla ittifaklar oluşumuna katkı sağlayacak bir
yöntem olarak öne çıkmış bulunmaktadır. Köylü" ya
da "taşeronlaşmış işçi" Bilindiği gibi
tarımda küçük ölçekli üretim sanayileşme sürecinin başlıca engellerinden birisi
olarak kabul edilmektedir. Sözleşmeli üreticilik modeli bu engeli, tarımsal toprak
mülkiyetindeki parçalanmışlığı, dokunmaksızın atlamaktadır. Sanayici çiftçi
ile belirli nitelikteki ürün için sözleşme yapmakta, üreticiyi kendi uzmanlarıyla
denetlemekte ve başlangıçta belirlenen fiyat üzerinden ürünü satın almaktadır.
Sözleşme ile bağlanan köylü, bilinen anlamda "köylü" değildir. Malı ve
işgücünü birlikte kiraya çıkaran yapısı ile bir tür "taşeronlaşmış
işçi" kılığına bürünmüştür. Bu yeni tür köylünün devletle bağları
kopmuş, devlet sermayenin arkasında yerini alarak, "yeni" köylülüğü
işvereni sermaye ile karşı karşıya bırakmıştır (Güler, 1996). Tarım, sanayi ve
ticaret kesimleri bir yönetim altında Bilindiği gibi,
dikey bütünleşme (entegrasyon), herhangi bir mal ya da hizmetin üretiminden
satışına dek çeşitli aşamalarında çalışan işletmeler arasında yapılan
birleşmelerdir. Dikey bütünleşmede, tarımsal üretim, sanayi ve ticaret kesimlerinde
etkinlikte bulunan bir işletme ya da işletmeler topluluğunun iki ya da daha fazla
uğraşı aşamasını kendi denetimi altına alır. Böylece birbirini tamamlayan tarım,
sanayi ve ticaret kesimleri önemli ölçülerde bir yönetim altında
toplulaştırırlar. Geriye doğru dikey bütünleşen sanayi ve ticaret işletmeleri,
genellikle üretim döneminin başında çiftçiler ile bağlantı yaparak kendi üretim
ve pazarlama etkinliklerinin sürekliliği için gerekli olan malları
karşılamaktadırlar. Dikey bütünleşme stratejileri; iç büyüme, devralma,
sözleşmeli üretim, başka kuruluşlarla ekonomik işbirliği ve katılım
etkinliklerinin geliştirilmesi biçiminde olabilmektedir. Bir işletmenin
etkinlik alanını üretim ve pazarlama sürecindeki birkaç aşamayı içerecek biçimde
genişletmesi durumunda iç büyüme yoluyla dikey bütünleşme sağlanmaktadır.
Devralmalarda, işletmeye yeni birimler katılmakta ve etkinlik alanındaki başka
birimler satın alınarak bu işlem gerçekleştirilmektedir. Sözleşmeli tarımda ise,
işletmelerin etkinlik alanlarını genişletmeleri ya da herhangi bir mülkiyet devri
söz konusu olmamaktadır. İşletme varlıklarının mülkiyet yapısında bir
değişiklik olmamakta, üretim ve pazarlama politikaları taraflar arasında yapılan
sözleşmelerle saptanmaktadır. Sözleşmeli üretim ile sanayi ve ticaret şirketlerinin
işgücü gereksinimi azalmakta, etkinlik ve verimlilikleri, dolayısıyla yaratılan
katma değerleri artmakta, etkin bir pazarlama stratejisi izleyebilmekte ve sabit sermaye
yatırımları azalmaktadır. Hammadde sağlanmasına ilişkin olarak özellikle de
miktar, çeşit ve nitelik sorunları çözümlenebilmektedir (Özçelik vd, 1999). Sözleşmeli
üretimin yayılması ve küreselleşme Sözleşmeli tarım
uygulamaları küresel sömürgecilik döneminin bir yaklaşımı değildir. 1885 sonrası
dönemde Japonlar tarafından Taiwan'da şeker üretimi için kullanılmış, 20.
yüzyılın başlarında Orta Amerika'da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) muz
şirketlerince uygulanmıştır. Gerçek anlamla sözleşmeli tarımın geçmişi Avrupa
ve Kuzey Amerika'da tohumculuk sektörüne dayanır. 1945 sonrası tohum endüstrisi
yeniden yapılanmış, 1970'lerde ve 1980'lerin başına değin uzayan süreçte tohum
şirketleri arasında birleşme ve işbirliği yaygınlaşmıştır. Bu sektörde yaşanan
küreselleşme eğilimleri, tohum endüstrisindeki sözleşmeli üretimin genişlemesi ve
yayılması ile paralellik göstermektedir. Burada genel olarak yerel şirketler,
uluslararası şirketlerin taleplerini üreticilere bildirmekte; böylece biri üretici
ile yerel şirket, diğeri de yerel şirket ile uluslararası şirket arasında olmak
üzere iki ayrı sözleşme yapılmaktadır. 20. yüzyılın sonlarına doğru Batı
Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya'da sözleşmeli çiftçilik, gıda sanayiin kritik bir
öğesi haline gelmiştir. Son yirmi yılda azgelişmiş ülkelerde bu alanda önemli
gelişmeler yaşanmış; çokuluslu şirketler, Dünya Bankası, Asya Kalkınma Bankası
gibi uluslararası mali kuruluşlar bu oluşumları desteklemişlerdir. Bunlar
sözleşmeli tarımı, kırsal kesimin kalkınmasında, sosyal örgütlenme modeli içinde
ele almışlar ve kırsal kalkınma, iskan projeleri ile birlikte kullanmışlardır
(Rehber, 1997). Çokuluslu
şirketler, Avrupa Birliği, Fransa Sözleşmeli
çiftçilik modeli, ülkeler itibariyle değişmekle birlikte, hemen her ülkede uygulama
alanı bulmuştur. Örneğin Orta Amerika'da meyve ve sebze ihracatını kontrol eden
şirketler, üreticilerle üretim etkinliğinin başlangıcında ya da hasat sırasında
sözleşme yapmaktadırlar. Çokuluslu şirketler
tarıma dayalı sanayide sözleşmeli üretim modelini benimsemişlerdir. Örneğin Latin
Amerika'da muz endüstrisinde ulusal ve uluslararası şirketlerce yapılan sözleşmeli
üretimin çok uzun bir geçmişi vardır. Uluslararası gıda tekeli Nestle, süt toplama
ve işleme ile domates gibi ürünleri üreticilerle yaptığı sözleşmeler ile
sağlamaktadır. Tarıma dayalı
sanayide etkinlik gösteren çokuluslu tekeller, özellikle 20. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren tarım arazisine yatırım yapma, işçi ve diğer üretim
giderlerinin karşılanması gibi işletmeye en çok yük getiren büyük tarım
işletmelerini yönetme gereksinimini duymamaktadırlar. ABD'de birçok gıda
şirketi hammadde gereksinimini düzenli ve kaliteli olarak karşılamak için
sözleşmeli çiftçilik modelini yeğlemiştir. Bu ülkede sözleşmeli tarım 1950'lerde
et yönlü piliç (broiler) yetiştiriciliğinde başlamış, 1970'lerde domuz
yetiştiriciliğinde uygulanmıştır. 1990 yılı verilerine göre, ABD'de sözleşmeli
tarım uygulaması broiler yetiştiriciliğinde yüzde 90'a, sebze işlemede yüzde 80'e
ulaşmıştır. Öte yandan Avrupa Birliği'nde (AB) tarım ürünlerinin sözleşmeli
olarak yetiştirilme oranları ülkelere göre değişiklik göstermekle birlikte, dana ve
tavuk eti yüzde 95'e, süt yüzde 99'a, yumurta yüzde 71'e, patates yüzde 71'e, bezelye
yüzde 85'e, şekerpancarı ve domates yüzde 100'e değin ulaşan oranlarda sözleşmeli
olarak yetiştirilmekte ve pazarlanmaktadır (Özçelik vd, 1999). Ulusal ve
uluslararası şirketler, üreticileri kendilerine bağlamak için kredi, fiyat ve pazar
güvencesi, teknik yardım gibi çeşitli önlemlere yönelmekte, bu durum çiftçiler
açısından tek yanlı bağımlılığa neden olabilmektedir. Bu bağımlılık tarım
çalışanlarının yarattığı pozitif değerlerin de sanayiciye geçmesine yol
açabilir. Nitekim üreticilerin alıcılara tek yanlı bağımlılığı nedeniyle
sözleşmeli tarım Fransa gibi kimi AB ülkelerinde fazlaca kabul görmemiştir
(Özçelik vd, 1999). Üreticilerin
bağımsızlaşma sürecini geciktiriyor Sözleşmeli tarıma
ilişkin çeşitli ülkelerde yapılmış deneysel araştırmalar, elde edilen verim ve
gelir artışının bu üretim biçimine bağlılığı daha da artırarak üreticilerin
bağımsızlaşma sürecini geciktirdiğini ortaya koymaktadır. Üretici aileleri giderek
marjinalleşmekte ve alıcıya giderek daha bağımlı hale gelmektedir. Sözleşmeli
tarımın Afrika'da toplumsal yapıya etkisi, bir yandan yeni teknolojilerin kırsal alana
iletilmesi ve küçük üreticilerin daha çağdaş yaşam koşullarına kavuşturulması,
öte yandan politik anlamda tutucu çiftçi kitlesinin yaratılması olmuştur. Sözleşmeli
tarımın yaygınlaştırılmasına koşut olarak ürün çeşitliliği giderek azalmakta,
bunların yerini geliştirilen ve yüksek verim sağlanan çeşitler almaktadır.
Sözleşmeli tarımda alıcı firma sürdürülebilir kaynak konusunda herhangi bir
sorumluluk üstlenmemekte, sözleşme süresince üreticilerin işletmecilik kararlarına
müdahale edilmesine karşın, sürdürülebilir kaynak kullanımı konusunda tüm
sorumluluk üreticiye bırakılmaktadır. Çünkü, çevresel etki, şirket ile üretici
arasındaki sözleşmede yer almayan bir maliyet öğesidir (Ceylan, 1998 a). Batı Anadolu'da
İngiliz tüccarlar Başka ülkelerde
olduğu gibi, Türkiye köylüsü de sözleşmeli çiftçiliğe benzer bir sistemle 19.
yüzyılda tanışmıştır. 1860'lı yılların sonlarında ihracata yönelik tarımsal
üretimin yoğunlaştığı Batı Anadolu'da İngiliz tüccarlar ile köylüler arasında
sözleşmeli üreticilik benzeri uygulamalara rastlanmaktadır. Türkiye'deki
ekonomik egemenliklerini sağlamlaştırmak isteyen İngilizlerin baskıları sonucu, 1866
yılında çıkarılan bir yasayla yabancıların taşınmaz mal sahibi olmaları hakkı
tanınmasıyla, İngiliz tüccarlar Batı Anadolu'da 2.3-2.6 milyon dekar dolayında
toprak satın almışlardır. İngilizler satın aldıkları topraklarda ortakçılık ve
yarıcılık anlaşmalarını uzun süre devam ettirdiler.İngilizler ile köylüler
arasındaki ortakçılık anlaşmaları zaman içinde değişiklikler geçirerek, toprak
kirasının ürün olarak ödenmesini öngören anlaşmalar yerini kiranın para olarak
ödenmesini öngören anlaşmalara bıraktı. Bu anlaşmalara göre köylüler, toprağı
belirli bir kira karşılığı kiraladıklarına ve ürün kaldırıldığında belli bir
bölümü toprak sahibine satmaya söz verdiklerine ilişkin bir belge imzalamaya
başladılar. Kira genellikle köylünün toprak sahibine satmakla yükümlü olduğu
ürünün bedelinden düşülüyordu. Kira yöntemi ve ürünün belirli bir kısmını
önceden kapatma hakkına sahip olmaları, beklenen ürünün sağlanamadığı yıllarda
İngiliz tüccarların zarar etmesini önlediği gibi tüm riskler de köylünün üstüne
yüklenmiş oluyordu. Çünkü bu tür anlaşmalara göre, toprak sahibi, köylüyü
borcunu ödeyinceye kadar toprağında ücret vermeden çalıştırma hakkına sahipti
(Kurmuş, 1974). Devlet eliyle
"sözleşmeli tarım" uygulaması Yeni bir yaklaşım
olmamasına karşın, sözleşmeli üreticilik dönemin özellikleri ve kazandığı önem
nedeniyle "yeni" bir nitelik taşımaktadır. Türkiye'de bu anlamda ilk
uygulama, 1965'te, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tarafından hububat
tohumluğu üretiminde başlatılmış, ancak 1980'lerden itibaren tohumculuğun
özelleştirilmesi ve bu alanın yerli ve yabancı tohum tekellerine devredilmesine koşut
olarak, TİGEM sözleşmeli tohum üretiminden çekilmiştir. Sözleşmeli
üreticiliğin uygulandığı ilk alanlardan bir başkası şekerpancarı
yetiştiriciliği olmuştur. Küçük üreticiliğin ezici bir çoğunluğa sahip olduğu
şekerpancarı tarımında Türkiye Şeker Fabrikaları (TŞFAŞ ) tarafından 1965
yılında sözleşmeli üretim uygulaması başlatılmıştır. Sistemin temeli küçük
üretici ile TŞFAŞ arasındaki sözleşmeyle başlamakta, şirketin ekim ve alım için
zorunlu kıldığı mavi kağıdı imzalayan her köylü, ortaçağ kurumlarında
görülebilen türden bir bağıntı içine girmektedir. Nereye, ne zaman, ne kadar şeker
pancar ekeceği,ne zaman söküp nereye teslim edeceği, ne kadar fire kesileceği ve
parayı ne zaman alacağı yalnız şirketin takdirine bağlıdır. Üreticinin tarlası
ve ürünü üzerindeki tasarruf hakkı kısıtlanmıştır. Şekerpancarı üretiminde
geliştirilen denetim sistemi dünya çapında bir örnek olmaya adaydır (Akad, 1987). Özel sektörde
1970'li yıllarda uygulanmaya başlayan sözleşmeli üreticilik modeli, 1980'li yıllarda
hızla yaygınlaşmıştır. Şekerpancarından sonra sözleşmeli üretimin yaygınlık
kazandığı ikinci ürün sanayi tipi domatestir. Gerek iklim koşullarının uygun ve
gerekse domates işleme tesislerinin bu bölgede yaygın oluşu nedeniyle Marmara
Bölgesi'nin sanayi tipi domates üretimindeki payı yaklaşık yüzde 60'a
ulaşmıştır. 1970'li yıllardan başlayarak sanayi tipi domates yetiştiricileri ile
salça ve konserve fabrikaları arasında bir dikey bütünleşme hareketi
gözlenmektedir. Salça sanayiinde etkinlik gösteren 42 fabrikadan 25'i Bursa'da
bulunmakta ve bu fabrikalar yaklaşık 20 bin çiftçi ailesine 235 bin dekar alanda
sözleşmeli domates üretimi yaptırmaktadır. Sözleşmeli sanayi tipi domates üreten
işletmelerin çoğunda sulanabilir tarım arazisi kısıtlı olduğundan, her yıl üst
üste aynı toprağa domates ekimi yapılmakta, bu da verimde önemli bir gerilemeye neden
olmaktadır. Ayrıca domates tarımında önerilen dozun iki katına dek azotlu gübre
kullanılmakta, bu durum aşırı sulama ile yeraltı ve yüzey sularının kirlenmesine
yol açmaktadır. Öte yandan sözleşmeli üretimde sözleşme yapmayanlara oranla daha
fazla tarım ilacı kullanılmaktadır. Aynı topraklarda münavebe uygulanmadan sürekli
sanayi domatesi yetiştirilmesi, aşırı gübre ve ilaç kullanımı ile aşırı su
kullanımı birlikte değerlendirildiğinde, bu uygulamalar uzun dönemde toprak
verimliliğinin sürdürülebilirliğini olumsuz yönde etkileyecektir. Konserve
fabrikaları ile üreticiler arasında yapılan sözleşmeler, üreticiler açısından
oldukça ağır yükümlülükler içermektedir. Sözleşmeye ek olarak üreticilere
verilen avans, aynı ve nakdi yardımlar için de borç senedi düzenlenmekte, üretici
şirkete ürünü teslim etmez ya da eksik teslim ederse, senet hiçbir uyarı
yapılmaksızın adli kuruluşlara aktarılmaktadır (Özçelik vd, 1999). Yabancı sermayeli
gıda sanayiin taşeronları 24 Ocak Kararları
ile başlatılan yapısal uyum programları çerçevesinde dış ticaretin
serbestleştirilmesi sonucunda sözleşmeli üreticilik esas olarak çokuluslu gıda ve
tarım şirketleri tarafından kullanılan bir model haline gelmiştir. Güler'in (1996)
vurguladığı gibi, ülkenin en verimli ve görece en gelişkin tarım bölgelerinde
çiftçiler, yabancı sermayeli gıda sanayiin taşeronları olarak yeni bir kimliğe
bürünmektedirler. Tohumculuk alanında
etkinlik gösteren şirketler, konu ile görevli kamu kuruluşu olan ve Dünya Bankası
ile 1985 yılında imzalanan ikraz anlaşmasının bir gereği olarak işlevsizleştirilen
TİGEM'in sözleşmeli üretim deneyiminden de yararlanarak, sözleşmeli üretim modelini
kullanmaktadırlar. Çoğunlukla yabancı sermaye ile ortaklaşa etkinlikte bulunan
tohumculuk şirketleri, tohum üretimlerinin önemli bölümünü Akdeniz ve Marmara
Bölgelerindeki üreticiler ile yaptıkları sözleşmeler ile sağlamaktadırlar.
Böylece Türkiye adım adım tohum tekellerinin ağına düşürülürken, çiftçisi de
doğrudan bu tekellere bağımlı hale getirilmektedir. Tütün
sektöründe çokuluslu şirketler 1980'lerin başında
uluslararası tütün tekellerinin dayatmaları sonucu, Türkiye'de blended
(harmanlanmış) sigara üretimine geçilmesi hazırlıkları yapılırken, bu sigaralarda
kullanılacak tütünlerin de yurt içinde yetiştirilebilme olanakları araştırılmaya
başlanmıştır. Özel sigara üreticisi şirketler tarafından değişik yörelerde
Amerikan tipi tütün üretim denemeleri yapılmış, Marmara Bölgesi'nin kimi
yörelerinde olumlu sonuçlar alınmıştır. 1991-92 yıllarında bu denemeler TEKEL'in
eşgüdümünde ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) desteğinde,
ulusal bir proje haline getirilmiş ve kısa süreli denemelerden; blended sigaraların
harmanlarında kullanılabilecek Amerikan tipi tütünlerin yurt içinde
yetiştirilebileceği sonucu alınmıştır. Bolu'da Rothmans
firması öncülüğünde 1984-85 döneminde başlatılan ve giderek yaygınlaşan
Amerikan tipi tütün (Virginia ve Burley) üretimi, günümüzde üç adet şirket
tarafından yürütülmektedir. Bolu, Adapazarı ve Balıkesir'de 22 bin 760 dekar alanda
3 bin 627 üretici aile yabancı tür tütün üretimi yapmaktadır (Özçelik vd, 1999).
Amerikan tipi tütün üretimi 1998 yılı itibariyle 5 bin ton/yıl düzeyinde
gerçekleşmiştir (DPT, 2000). Virginia ve Burley tipi tütünlerin üretimi alanında
üç adet şirket etkinlik göstermekte ve bu şirketlerin tümü sözleşmeli üretim
modelini uygulamaktadır. Bölgede sözleşme
yapmadan Amerikan tipi tütün üretimi olanağı bulunmadığı gibi, bu üretim
etkinliği sonucu sağlanan gelir, aynı arazide üretilebilecek alternatif bitkisel
ürünlerden sağlanabilecek gelirin 2-5 kat üzerindedir. Tütün üretim etkinliği
sırasında ekiciler tarafından karar verilmesi gereken birçok konuda, bu yetki
sözleşme ile şirkete devredilmiştir. Ekici üretimle ilgili tüm işlemleri şirket
elemanı tarafından verilecek talimatlara uygun olarak yapmayı taahhüt etmektedir. Bu
uygulamaların sonucunda ise, özellikle doğal kaynak kullanımı açısından önemli
sakıncalar ortaya çıkmakta, ancak şirket bu konuda herhangi bir sorumluluk
üstlenmemektedir (Ceylan, 1998 b). Ancak ekici Amerikan tipi tütün tarımının yüksek
gelir sağlaması nedeniyle üretim sürecinde karar yetkisini şirkete devretmekte,
doğal kaynak kullanımı konusunda oluşabilecek riskleri (su kirliliği, toprakta
tuzlulaşma, çoraklaşma) tek başına karşılamaktadır. Doğal kaynakları
sömür, tarım emekçilerini sömürgeleştir 1998 yılında 51
milyar dolarlık satış gerçekleştiren Cargill, dünyanın en büyük özel sahipli
(halka açılmamış) şirketi. Başlıca çalışma alanlarını tohum, gıda ve tarım
ürünleri oluşturuyor. Ayrıca 1998'de dünyanın en büyük biyoteknoloji ve tohum
şirketlerinden Monsanto ile işbirliği anlaşması imzaladı ve ortak şirket
kuracaklarını duyurdu. Dünyada etkinlikte bulunduğu 65 ülkeden biri olan Türkiye ile
1960'lardan beri ticaret yapıyor. Mustafakemalpaşa'da genetik olarak değiştirilmiş
mısır ve ayçiçeği üretiyor. Pendik'te yaş mısır, Hendek'te fındık işleme
tesisi bulunuyor. İznik Gölü'nün kenarında 1. sınıf tarım arazisi üzerinde
-kaçak olarak- mısır nişastası fabrikası kurdu. Bilim çevrelerinin tesisin İznik
Gölü'yle birlikte verimli binlerce dekar arazi ve Gemlik Körfezi'ne büyük zarar
vereceği yönündeki uyarılarına karşın, şirket üretimini sürdürüyor.
(Öztuksavul, 1999). Mısır üretmek
için Orhangazi'de beş pilot köy seçen Cargill, teknik ve tohumluk desteği vererek
ürettirdiği mısırı kendisi alıyor. Bunu küçük ölçekli bir başlangıç olarak
değerlendiren şirket; Konya, Karacabey ve Ege'de 85 bin dekar alanda sözleşmeli
çiftçilik modeliyle mısır üretimine başlayacak. Ayrıca GAP'ta 1000 dekarlık alanda
örnek mısır çiftliği kuracak (Radikal, 24/6/2000). Cargill'in etkinlikte
bulunduğu tüm azgelişmiş ülkelerdeki stratejisi hiç değişmiyor: Bir yandan doğal
kaynaklar acımasızca sömürülüyor, öte yandan tarım emekçileri birey olarak
sömürgeleştiriliyor. Toplumsal
patlamaya karşı; Türkiye Kalkınma Vakfı Bu arada sözleşmeli
üretim modelinin özellikle hayvancılığın geliştirilmesinde bir çıkış yolu
olduğunu savunan -yabancı güdümlü bir kuruluş olan- Türkiye Kalkınma Vakfı'nın
çalışmalarına da değinmek gerekiyor. 1969'da Dünya Kiliseler Birliği, Ford Vakfı,
Mobil Oil, İngiltere Hükümeti, İçel Valiliği ve Mehmet Karamehmet'in katkılarıyla
kurulan TKV'nin temel işlevi kırsal alanlardaki nüfus artışı ve pahalılığın
yarattığı hızlı proleterleşmenin toplumsal bir patlamaya dönüşmesini engellemek
için arıcılık-tavukçuluk, sütçülük gibi küçük mülkiyete dayalı üretim
birimleri kurmak, tekelci burjuvaziye yeni pazar olanakları yaratmak ve propaganda idi
(TİB, 1976 a). TKV, 1977 yılında
et yönlü piliç (broiler) üretiminde sözleşmeli tarım uygulamasını başlatmış,
daha sonra kırmızı et (besicilik), arıcılık ve yem bitkileri (mısır ve soya)
üretiminde de bu modeli uygulamaya koymuştur. Broiler üretimi çalışmaları Türkiye
ölçeğinde yaygınlaştırılmış, arıcılık çalışmaları Doğu ve Güneydoğu' ya
yönelik olarak uygulanmıştır. Kırmızı et üretimi çalışması ise
Ankara/Çubuk'taki besi işletmesinde yapılmaktadır. TKV ayrıca 1996 yılından beri
Samsun, Çukurova ve GAP (Şanlıurfa ve Diyarbakır) Bölgelerinde sözleşmeli mısır
ve soya fasulyesi üretim çalışmaları yürütmektedir. TKV, 1985 yılında Hollanda,
Danimarka, Almanya Kalkınma Bankaları ve Dünya Bankası Uluslararası İşbirliği
Kuruluşu (IFC) ile Köy-Tür Holding'i kurmuştur. Köy-Tür Topluluğu, 1997 yılında
17 ilde 2200 sözleşmeli üretici aracılığıyla 126 bin ton canlı etlik piliç
üretmiştir (Aydoğan ve Kapucu, 1998). Sözleşmeli
yetiştiricilik yaygınlaştırılıyor 7. Beş Yıllık
Kalkınma Planı'nda (BYKP) sözleşmeli yetiştiriciliğin yaygınlaştırılacağı yer
almış ve Haziran 1996'da sözleşmeli yetiştiricilikle ilgili yöntem ve esaslar
konusunda bir tebliğ yayımlanmıştır. Ancak 27 Şubat 1999 tarihli Resmi Gazete'de
yayımlanan hayvancılığın geliştirilmesine ilişkin tebliğ, Türkiye'de
hayvancılığın kimlere havale edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Tebliğin 18
(a) maddesinde yalnızca damızlık düve, tiftik keçisi ve manda yetiştiriciliği, yem
bitkileri ve silaj yapımı, suni ve tabii tohumlama ve hayvan sağlığı konularında
bireysel projeler yapılabileceği, bunların dışındaki her tür etkinlik için
(damızlık süt ve et sığırlığı, sığır besiciliği, damızlık koyun, hindi,
deve kuşu ve ana arı yetiştiriciliği) "sözleşmeli çiftçilik modeli"
uygulanacağı ve bireysel projelerin değerlendirilmeyeceği belirtilmektedir. Tebliğde
ayrıca tüm desteklerin yöneltileceği "uygulayıcı kuruluşlar" da
tanımlanmakta ve görevleri belirlenmektedir. Uygulayıcı kuruluş, canlı hayvan dahil
üretimle ilgili tüm girdilerin sağlanması, kredilerin yerinde ve amacına uygun
kullandırılması ve denetlenmesi, yapay tohumlama ve koruyucu hayvan sağlığı
hizmetlerinin yürütülmesi ve ürünlerin değerlendirilmesi ve pazarlanmasıyla
yükümlüdür. Kısacası üretimden işlemeye ve pazarlamaya değin tüm süreç
uygulayıcı kuruluş tarafından denetlenecek, üretici hiçbir biçimde söz ve karar
sahibi olamayacaktır. Ziraat Bankası da
devrede Öte yandan, Ziraat
Bankası da tarımın sanayiye entegrasyonunu sağlamak amacıyla, sözleşmeli üretimin
özendirilmesine yönelik kredilendirmeye önem vereceğini, böylelikle kredi geri
dönüşlerinde yaşanan riskin de ortadan kalkacağını açıkladı. TKV, Köy-Tür ve
Mudurnu gibi sözleşmeli üreticiliğe dayalı projelerin gelişmesinde Ziraat
Bankası'nın önemli katkıları olduğu belirtilen açıklamada, bu örneklerin diğer
alanlarda da çoğaltılmasının amaçlandığı vurgulandı. İlk aşamada
Ankara/Kalecik'te yetiştirilen " Kalecik Karası" üzümünün sözleşmeli
çiftçiler tarafından yetiştirilmesini sağlamak üzere Ankara'daki büyük bir şarap
fabrikası ile ilişkiye geçildiği; şaraplık üzümün yanı sıra
Kastamonu/Taşköprü'de sarımsakta sözleşmeli üretimin geliştirilmesi için
girişimci arandığı belirtildi. Yapılan açıklamaya göre, banka, domates, patates ve
sanayiye yönelik diğer tarım ürünlerinde de aynı sistemin geliştirilmesine
çalışacak (Cumhuriyet, 24/7/2000). Şirketler yerine
kooperatifler Sözleşmeli üretim
modelinin yaygınlaştırılmaya çalışıldığı yörelerden biri de GAP Bölgesi'dir.
Sulu tarıma geçiş ovayı yeşertmeye başladı ancak, Harran'da toprak sahipliği
sorununu çözemedi. Uzmanlar yörede tarımla uğraşan nüfusun yüzde 40'ının
topraksız, ortakçı, yarıcı olduğunu belirtiyor. Büyük toprak sahiplerinin
çoğunluğunun Urfa ile toprak ile ilgileri bulunmuyor. Ne ekildiğini, ne biçildiğini
başka kentlerden izliyor ve toprağın getirisinin büyük bölümüne el koyuyorlar.
Yani maraba marabalığını, bey beyliğini sürdürüyor. Toprak sahipliğinde yapı
değişmezken, üretim ilişkilerinde farklı yöntemler uç veriyor. Sözleşmeli
çiftçilik de bunlardan biri ve özellikle besicilik ve yem bitkileri (mısır, soya)
yetiştiriciliğinde uygulanıyor. Koç Holding ve Ata Grubu'nun ortaklığıyla Harran'da
kurulan besi çiftliğinde de bu model uygulanacak. Üreticiler sözleşmeli çiftçilik
ya da besiciliğin şirketler yerine kooperatifler aracılığıyla yürütülmesinin en
sağlıklı yöntem olduğunu belirtiyorlar. Ancak görünen o ki, kooperatiflerden çok,
şirketler alana egemen olacak ve sözleşmeli çiftçilik, tarımın
"piyasalaştırılmasının" bir aracı olarak kullanılacak (Kansu, 2000). Yukarıda verilen
örneklerin dışında Niğde, Nevşehir ve diğer birkaç ilde patates, Ege'de bir kürk
hayvanı olan şinşilla, Antalya ve Muğla yörelerinde kesme çiçek, Bilecik'te
şerbetçiotu ve çeşitli illerde fabrikasyon üretimin yapıldığı tavukçuluk ve
besicilikte sözleşmeli üretim modeli uygulanmaktadır. Özellikle Ege ve Akdeniz
Bölgelerinde dondurulmuş meyve, sebze ve konserve sanayiinde şirketler çok çeşitli
meyve ve sebzelerin sağlanması için sözleşmeli üretim yaptırmaktadır. Akdeniz ve
Ege Bölgeleri ağırlıklı olmak üzere uluslararası gıda-tarım tekelleri
sözleşmeli organik tarım yaygınlaştırma çabası içindedirler. Devlet geri
çekiliyor, köylü sermayedar karşı karşıya Yapısal uyum
programları tarım sektöründen ve yönetiminden devleti geri çekerken, köylülük ile
yerli-yabancı sanayi sermayesini karşı karşıya bırakmaktadır. Bu iki kesimden
birisi küçük toprak mülkiyeti üzerinde dağınık bir yapıya sahipken, diğeri
günümüz dünyasının yapılaşmış tekelleridir. Taraflar arasındaki güç
dengesizliği nedeniyle, ilişkide üstünlüğün kimde olabileceği açıktır. Modelin
tarıma ileri teknoloji ve verimlilik artışı getireceği beklentisine karşın çok
ciddi sorunları da beraberinde getirmektedir. Birincisi; sözleşmeli üreticilik
modelinde sermaye, küçük toprak mülkiyetini olduğu gibi korumakta, bunların
varlıklarını katılaştırmakta, dolayısıyla toplumsal dinamiklerin
kısırlaştırılmasına yol açmaktadır. İkincisi; bu model ile tarımsal üretici
yerli-yabancı sermayenin taşeron-üreticileri haline getirilmektedir. Böylece ülkenin
tarımsal üretim planlamasının yerini, ulusal mekanizmaların denetim alanı dışında
kalan uluslararası piyasaların değişken yapısı almaktadır. Bu nedenle, modelin -iç
dinamikleri kısırlaştırma ve kılavuzluğu uluslararası ticaret merkezlerine terk
etme gibi- iki sonucu kısa dönemde tarımsal ihracat gelirlerini artırma hedefi uğruna
katlanılamayacak kadar ağırdır (Güler, 1996). Kırsal toplumsal
yapıya etkileri Sözleşmeli
üretim modeli uygulamasının kırsal toplumsal yapıya etkileri özet olarak şöyle
sıralanabilir: · Tarım-sanayi bütünleşmesinin halkalarından
başlıcasını oluşturan sözleşmeli üretim uygulaması ile çiftçiler
taşeronlaştırılmakta ve uluslararası tarım-gıda tekellerinin uzantısı haline
getirilerek bağımlılaştırılmaktadır. · Elde edilen getirinin artması bu modele
bağlılığı daha da artırarak üreticilerin bağımsızlaşma sürecini
geciktirmektedir. · Bir yandan yeni teknolojiler kırsal alana
iletilmekte ve küçük üreticiler daha iyi bir yaşam düzeyine kavuşturulmakta, öte
yandan politik anlamda muhafazakar bir çiftçi kitlesi yaratılmaktadır. · Bu modelde, çiftçi ile firma arasında
ayrıntıları kesin kurallarla belirlenmiş bir işbirliği söz konusudur. Bu süreçte
üreticinin işletmesindeki üretim etkinliği ve kullandığı yöntemler üzerindeki
denetimi kısıtlanmakta, karar verme yetkisi kısmen ya da tümüyle firmaya
devredilmektedir. · Model mevcut üretim desenini ülkenin
gereksinimleri yerine emperyalist metropollerin amaçları ve tarım-gıda tekellerinin
gereksinimlerine uygun olarak biçimlendirmenin yolunu açmakta, böylelikle ürün
çeşitliliği giderek azalmaktadır. · Kimyasalların (gübre, tarım ilacı) aşırı
kullanımıyla birlikte aşırı sulama yüzey ve yeraltı sularının kirlenmesine, taban
suyunun yüksek olduğu alanlarda çeşitli toprak sorunlarına neden olmaktadır.
Sözleşme süresince üreticinin işletmecilik kararlarına müdahale edilmesine
karşın, sürdürülebilir kaynak kullanımı konusundaki sorumluluk üreticiye
bırakılmaktadır. Çevresel etki, şirket ile çiftçi arasındaki sözleşmede yer
almayan bir maliyet öğesidir. KAYNAKLAR - AKAD, M.
T. 1987. "Kırsal Kesime Devlet Müdahaleleri ve Kooperatifler". 11. Tez, Kitap
Dizisi: 7, İstanbul, s. 141-157. - AYDOĞAN,
Y. ve A. KAPUCU. 1998. "Türk Tarımında Türkiye Kalkınma Vakfı Modeli".
Hayvansal Üretimi Artırmada Yeni Yaklaşımlar, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Ankara, s. 48-61. - CEYLAN,
İ. C. 1998 a. Sözleşmeli Tarımda Yayım Eğitimi ve Çiftçi Katılımı. TZOB
Yayını, Ankara. - CEYLAN,
İ. C. 1998 b. "Türkiye'de Sözleşmeli Tarımda Yayım Eğitiminin Önemi ve
Geleceği". Türkiye 3. Tarım Ekonomi Kongresi, Tarım Ekonomisi Derneği, Ankara,
s. 231-240. - GÜLER,
B. A. 1996. Yeni Sağ ve Devletin Değişimi. TODAİE Yayınları: 266, Ankara. - KANSU, I.
2000 . "Suyla Gelen Suyla Giden (GAP Bölgesinden İzlenimler)". Cumhuriyet,
16-18 Temmuz. - KURMUŞ,
O. 1974. Emperyalizmin Türkiye'ye Girişi. Bilim Yayınları, İstanbul. - ÖZÇELİK,
A., A. TURAN ve H. TANRIVERMİŞ. 1999. Türkiye'de Tarımın Pazara Entegrasyonunda
Sözleşmeli Tarım. TEAE Yayınları: 14, Ankara. - ÖZTUKSAVUL,
A. 2000. "Tarım Reformu Kimler İçin Yapılıyor ?". Evrensel, 20-23 Temmuz. - REHBER,
E. 1997. Gıda Sanayiinde Üretici-Sanayi İlişkisi ve Sözleşmeli Tarım. Uludağ
Üniv. Ziraat Fak., Bursa. - TİB.
1976 a. "Toprak Reformu Üzerine". TİB Aylık Bülteni, No: 22, Mayıs, Ankara,
s. 14-21. |