mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu |
Topluma rağmen siyaset Prof.Dr.İzzettin Önder - Ekonomi ve Politika - Mart 2005
|
Dünya
kapitalizmi sıkıştıkça, toplumlar aleyhine alınan kararlarla gerçek yüzü
netleşmektedir. Türkiye’de de tümüyle toplumun aleyhine olan kararlar şimdilik IMF
dayatmaları ya da Avrupa Birliği talepleri olarak yutturulmaktadır. Siyasetin IMF ve
AB’den aldığı destek, aslında toplumun olumlu beklentisine dayandırılmaktadır.
Zira, toplum IMF politikalarının sonucu alındığında düzlüğe çıkacağına ve
mutluluğa kavuşacağına, AB üyeliği gerçekleştiğinde de iş bulup refah düzeyinin
yükseleceğine inanmaktadır. Böylesi olumlu beklentiler nedeniyle toplum şimdilik tüm
cefaya katlanmaktadır. Oysa, toplumun bu derin uykudan
uyanması için fazla uzağa gitmesine ve derin düşüncelere dalmasına hiç gerek yok.
Sadece şu iki örnek, IMF veya Dünya Bankası’nın ne olduğunu, kimlerin adına
toplumları ve ülkeleri yönetmeye kalktıklarını, AB’nin çıkarının da nerede
olduğunu göstermeye yeter. Bilindiği gibi, ABD Başkanı Bush Dünya Bankası’na yeni
başkan olarak Wolfowitz’i aday göstermektedir. Şimdi soralım: Hani Dünya Bankası
ve IMF bizim de ortak olduğumuz uluslararası bir kuruluştu! Doğru, biz de bu iki
kuruluşa bindelerle ifade edilen oranlarda ortağız. Ama her nedense bizim
Cumhurbaşkanı’nın böyle yetkisi söz konusu olmamaktadır. Bush hiç çekinmeden
kendi adayını açıklayabilmekte, hatta zımnen atama dahî yapmış olmaktadır. Bu
durumda, Dünya Bankası kimin emir-komuta zinciri altındadır? İkinci örnek de AB ile
ilgilidir. Bize ILO sözleşmelerini dayatan AB’de kaçak işçi çalıştırılmıyor
mu? Acaba, AB’nin bize ILO sözleşmelerini dayatması, gerçekten insan-yanlı politika
tercihlerinin mi, yoksa kendi kurumları aleyhine girişilen sosyal dampingi önlemeye mi
yöneliktir? Medenî ve insan haklarına saygılı AB ülkelerinde polise ihbar korkusu
yaratılarak ucuz kaçak işçi çalıştırılması mutlak olarak yasak olsa veya bu
uygulama kesin şekilde engellense, insanlar canlarını tehlikeye atarak göç dalgası
oluştururlar mı? İnsan haklarına saygılı olduğu kabul edilen ve bize bu konuda
emirler yağdıran AB niçin insan haklarının sadece kültürel boyutu üzerinde
durmaktadır da, eğitim, sağlık ya da çeşitli sosyal haklar gibi insan haklarının
ekonomik boyutu üzerinde durmamakta ya da bu boyutu şimdilik ertelemektedir? Kısacası, şunu söylemek
istiyorum ki, gerek IMF’nin gerek AB’nin Türkiye hakkındaki projeleri aynıdır. Bu
proje, sadece Türkiye’ye özgü de değildir. Krizdeki merkez sermaye Türkiye gibi
çevresel konumlu ülkelerden olabildiğince fazla kaynak çekmeye ve merkezdeki
gelişmiş ekonomilerin sıkışıklığına çare oluşturmaya çalışmaktalar.
Tabiatıyla, bu politikalar açıkça ve ismi koyularak uygulanmamakta, üstü örtülü
ve süslü ifadelerle toplumlara dayatılmaktadır. Bu nedenle, toplumumuz IMF’ye veya
AB’ye bel bağlamak ve onlardan medet ummak durumunda olmamalıdır. Mesele IMF’ye ve/veya AB’ye
karşı çıkmakla da bitmiyor. Bu kuruluşların Türkiye üzerindeki emellerini
gerçekleştiren tek örgüt siyasal yapı değildir; bu gidişten sadece hükümetleri
sorumlu tutmak olası da değildir, doğru da değildir. AB veya IMF gibi dış
örgütlerin savundukları politikaların Türkiye’de yaşama geçirilmelerini sağlayan
en önemli ajan kolu büyük sermayedir. Büyük sermayenin çeşitli
tıkanıklıklarını aşmasının yolları da, maalesef, IMF ve AB dayatmalarından
geçmektedir. Başka bir deyişle, IMF ve AB politikaları toplumun ve halkımızın
aleyhine olmakla beraber, büyük sermayenin yararınadır. Bu itibarla, büyük sermaye
de IMF ve AB’yi arkasına alarak siyasal erk üzerinde etki ve baskı oluşturarak, söz
konusu politikaların yaşama geçirilmesini sağlamaktadır. Büyük sermayenin amaçları
arasında, ucuz girdi sağlamak, sendikasız ucuz emek çalıştırmak, böylece iç
piyasada başat konuma gelmek, dış piyasalarda da rekabet gücü kazanmaktır. Bu amaca
yönelik olarak ücretlerin baskılanması, vergilerin hafifletilmesi ve girdi
maliyetlerinin aşağı çekilmesi ana hedeflerdir. Bu açıdan baktığımızda, esnek
istihdam, sendikasızlaştırma, devletin küçültülmesi, çoğu kamu hizmetlerinin
piyasaya terk edilmesi veya özelleştirmeler gibi politikalar hep büyük sermayeye
yarayan uygulamalardır. Bunun da ötesinde, dövizin
baskılanması ve yüksek faiz, ilk aşamada küçük işletmeleri piyasadan silerken,
büyük işletmelere maliyet avantajı sağlamaktadır. Ancak, hikâye böyle
bitmemektedir. Bu politikalar kısa dönemde büyük sermayeyi avantajlı kılmakla
beraber, uzun dönemde tüm sermaye aynı tahribatın etkisi altında kalacaktır. Bu
nedenle, dayatılan politikaları ve geliştirilen uygulamaları herkes çok dikkatle ve
aynı gemide olduğu felsefesi ile dikkatlice düşünüp, ona göre karar almalıdır. |