mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu

"Uyu ÇİN uyu, o, uyandığında tüm dünyayı sallayacak"

Martin WOLF'un 12 Kasım 2003 tarihinde Financial Times gazeresinde yayınlanan makalesi ve Çalışma Grubumuzun yorumu.

5 Aralık 2003

 

Dünya Ticaret Matrixinde Çin’in pozisyonuna ilişkin bir inceleme : Yakın zamana kadar dünya Napolyon’un o ünlü uyarısını sevinçle unuttu. Fakat Çin bugün dünyayı sallamaya başladı. ABD, ilk kıtasal ölçekte kapitalist ekonomiydi. Avrupa Birliği ikinci sırayı kapmaya çalışıyor. Muhtemelen Çin her ikisini de geride bırakacak. Çin halihazırda tartışmalı da olsa dünya ekonomisinde oldukça büyük bir yer tutuyor. Etkilerinin giderek genişleyeceği kesin. Asıl korku, bu önlenemez büyümeye verilecek yanıtın ne olacağı konusunda. Fakat bu korkunun gerçekleşmesi için daha ne kadar zaman var? Ve verilecek en iyi cevap ne? 1980 ve 2002 yılları arasında Çin’in küresel ihracat ve ithalat içindeki payı %1.2 ve %1.1’den sırasıyla %5.2 ve %4.2’ye yükseldi. 1993 yılından 2002 yılına kadar Çin’in mal ihracatı hacimsel olarak yıllık bazda %17.3 arttı. Eğer bu trend devam etmiş ederse –ki pek devam edebilecek gibi görünmüyor- Çin’in ihracatı 2010 yılına kadar ABD’yi geride bırakacak. Mayıs 2003’e kadar geçen son 12 ayda Çin 366 milyar $’lık ihracatı ile ABD, Almanya ve Japonya’dan sonra dünyanın dördüncü en büyük ihracatçısı oldu. 323 milyar $’lık ithalatıyla dünyanın 6. en büyük ithalatçı ülkesi durumuna geldi, fakat çok kısa sürede Japonya, İngiltere ve Fransa’yı geçecek gibi görünüyor. Bu büyüme hızı akıllara Japonya’yı getiriyor. Fakat Çin’deki büyüme daha farklı, en azından iki açıdan. Öncelikle Çin’in ekonomisi Japonya’ya oranla daha açık: ticaretin toplam yurt içi üretime oranı piyasa fiyatlarıyla 2001 yılında %44’dü, Japonya’da ise bu oran sadece %18’di. Çin’in ihracatı yabancı doğrudan yatırımlara daha fazla bağımlı ve BM Dünya Yatırımlar Raporuna göre 2000 yılında Çin ihracatının yarısı yabancı yatırımcıların üretimleriydi.

Çin, dünya ekonomisinde Japonya’dan daha önemli bir yer işgal edecek yalnızca büyüme potansiyeline sahip olduğu için değil dünyaya çok daha derinden entegre olacağı için. Çin’in dünya ticareti üzerindeki etkisi değerlendirilirken mukayeseli avantajları ve ticaret politikaları öne çıkmakta. Mukayeseli avantajlar bakımından Çin’de ucuz iş gücünün neredeyse sınırsız bir arzı olduğunu söylemek mümkün. Ticaret politikalarına gelince giderek daha liberalleşmekte. 1992 yılında sanayi ürünlerine uygulanan ortalama yasal gümrük vergisi %46.5 civarındaydı. DTÖ üyeliği sonrasında bu oranın %6.9’a kadar düşmesi gerekiyor. Birincil ürünlerdeki gümrük vergisi düşüşü %22.3’ten %3.6’ya oldu. Çin, 1996-2001 yılları arasında tarife dışı engeller kapsamını da %32.5’tan %21.6’ya geriletti. Bu liberalizasyon hızı, Çin’in ihracat alanındaki rekabet gücünü daha da arttıracak. Çin’in ekonomik anlamda büyümesi ihracat fiyatlarının da düşmesini ve dünya pazarında tutunmaya çalışan üçüncü piyasalarda kar düşüşü ve Pazar payı kaybını beraberinde getiriyor. Fakat bu arada başka bir şey oluyor ve Çin’den mal ithal edenler ile Çin’e mal ihraç eden ülkeler de nemalanıyor.  Genel anlamda mal ihraç edenler ile sofistike ürün ve hizmet ihraç edenler kazanırken; diğer emek-yoğun ülkeler kaybediyor.

Goldman Sachs şirketi tarafından Latin Amerika üzerindeki etkileri analiz eden bir çalışmada Arjantin, Brezilya ve Şili gibi büyün büyük mal ihracatçıları kazanırken, Meksika’nın kaybettiğine dikkat çekiliyor. Örneğin geçen yıl Çin, Meksika’yı ABD’ye imalat yapan konumundan alaşağı etti ve Meksika’nın yerine geçti. Yükseliş trendinde olmasına rağmen 2002 yılında bile Çin’de ücretler Meksika’dakinin yaklaşık dörtte birine eşitti. Meksika’daki verimlilik artışı Çin ile rekabete yetecek kadar hızlı değil. Meksika yalnızca Pazar payını kaptırmakla kalmıyor, kendisinde mevcut yabancı yatırımcıların da Çin’e gitmesi gibi büyük bir riskle karşı karşıya bulunuyor. Bu durum, Meksika’ya yabancı sermaye girişinin 2001’deki 25 milyar$ düzeyinden 2002’de neden 14 milyar $’a gerilediğini de açıklıyor. Goldman Sachs tarafından yapılan analize göre Çin’in dünya piyasalarındaki yükselişinin Meksika’nın ödemeler bilançosu üzerindeki etkisi milli gelirinin %4’üne tekabül ediyor ve bu açığın daha da büyüyeceği tahmin ediliyor. Peki nasıl oluyor da Meksika kaybederken Arjantin, Brezilya ve Şili kazanıyor? Bunun nedeni Çin üretiminin dikey entegrasyonu. 1998’de Çin ihracatının sadece dörtte biri doğrudan ve dolaylı ithalattan olşuyordu. Bu tip bir üretimin özellikle Çin’in komşularıyla ilişkili olmasına şaşmamak gerek. Bu anlamda Dünya Bankası tarafından yapılan diğer çalışmalarda 1985-2001 yılları arasında Asya’daki diğer yeni gelişen piyasalardan Çin’e yapılan ihracatın 5.9 milyar$’dan 83.5 milyar $’a çıktığı belirtilmektedir. 2001 yılında Doğu Asya’nın Çin’e yaptığı ihracatın %15’i büro makineleri, telekomünikasyon ekipmanı ve elektronik mikro parçalardan oluşmaktaydı ve bunların tümü montaj ve yeniden ihraç edilmek üzere ithal ediliyordu.

Diğer ülkeler Çin şokunu nasıl atlatabilir sorusuna verilecek en iyi yanıt “sakin olmak”. Bu cevabın temel nedeni ekonomik: Çin rekabetinden en fazla etkilenen ülkelerin Çin’in bu yükselişine karşı yapabilecekleri neredeyse hiçbir şey yok. Bir şey yapabilecek konumda olanlar ise bu yükselişten en fazla nasibini alanlar. Örneğin Meksika, kendi ticari partnerlerini Çin’e karşı ayrımcı bir şekilde korumacı önlemler almaları için ikna edemediği sürece kayıplarını terse çevirme şansına sahip değil. Ama unutulmamalı ki Çin’den net ithalat yapan ülkeler sürecin kazananları arasında ve bu ülkelerin korumacı önlemler alması önce kendilerinin zarara girmesi anlamına gelir. Yani Meksika ve benzeri konumda olan ülkelerin  işi imkansız denecek kadar zor. Fakat daha önemli bir neden var ki a da tarihten geliyor. Eğer Çin ‘in ucuz imalatın dinamik bir ihracatçısı olarak gelişmesine izin verilecek olursa, Çin halkı da beklediği ve hak ettiği refaha kavuşacak. Eğer Çin korumacı engellemelerle durdurulacak olursa bunun bedelini ödeyecek olan yine Çin halkı olacaktır.

YORUM:

Yukarıdaki makale, -başlığında da belirtildiği gibi- Çin’in, yalnızca dünya ticaret matrixi içersindeki durumuna ilişkin bazı güncel bilgi ve gelişmeleri içermekte; buna karşın Çin’deki bu gelişmelerin dünya “politik ekonomi” matrixinde ne gibi yeni, fakat “beklenmedik” olarak nitelendirilemeyecek durumlara yol açabileceği gibi asıl önemli soruyla hiç ilgilenmemektedir.

Çin’de hala MAO’nun kurduğu sosyalist sistem uygulama biçiminin devam ettiğini iddia eden politik gruplar ya da Çin’in başını çektiği “Şanghay Beşlisi” veya “Şanghay Altılısı” gibi devletler arası ekonomik bloklaşmalara karşı benzer beklentiler içinde olanlar açısından, Çin’li büyük şirketlerin de tıpkı diğer uluslararasılaşmaya çalışan kapitalistler gibi  dünyanın farklı ülkelerinde yapmakta olduğu muazzam yatırımların, yukarıdaki makalede göz ardı edildiğinin vurgulanmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Evet, MAO’nun kızıl Çin’i bugün  uzay araçlarını bile kıskandıracak bir hızla kapitalistleşmektedir...

Çin’in DTÖ’deki bürokratlarının tepki ve tavırları da bu tespiti doğrulamak istercesine yeni oluşmakta olan Çin burjuvazisinin çıkarlarını korumaya odaklanmıştır. Bu anlamda, aralarında Çin’in de yer aldığı G21 bloğunun, -yalnızca DTÖ’nün kurmayları gibi hareket eden G7 devletlerine kafa tutup, DTÖ anlaşmalarını müzakere etmeye yanaşmadıkları için- yoksul, korumasız ve emekçi kitlelerin çıkarlarını savunduklarına inanmak durumun, bütünsel, sağlıklı ve diyalektik bir perspektiften analiz edilmesini de olanaksız hale getirmektedir.

Çin’in dünya ticaret sahnesindeki bu hızlı yükselişi, milli gelirindeki ve dünya Pazar paylarındaki olağanüstü artışlar, akıllara ister istemez  NAFTA sonrası benzer bir sıçrama yapan Meksika ekonomisini  hatırlatmaktadır. Ancak, bu sıçramanın ardından İngiltere, G.Kore, Portekiz gibi daha pek çok ülkeyi geride bırakarak dünyanın ekonomik açıdan en güçlü devletleri listesinde 9. sıraya yerleşen Meksika’da yoksullaşma ve iki sınıf arasındaki uçurum nasıl daha da büyüdüyse, Çin’deki gelişme sonrasında da yukarıdaki makalede vurgu yapılan “Çin halkı da beklediği ve hak ettiği refaha kavuşacak” saptamasına katılmak mümkün değildir. Financial Times yazarının, küreselleşmenin - emek gücü sömürüsünü yoğunlaştırarak ve sosyal, çevresel açıdan standartların daha geri olduğu bölgelerde yatırım yaparak  kar artış oranlarını yukarıya çekmek olarak özetlenebilecek- temel gerekçelerini görmezden gelmeyi tercih ettiği hemen fark edilmektedir.

Çin’deki gelişme özellikle dünya çapında hızla artan kapitalistler arası rekabet açısından ele alınmaya muhtaç bir olgu görünümü vermektedir. Örneğin tekstil kotaları ve gümrük tarifelerinin 2005 yılından itibaren sıfırlanacak olması konusunda tekstil ve hazır giyim sanayiinin öncü devletleri daha şimdiden kara kara düşünmeye başlamıştır. Bu “düşünce” aşamasının belli sınırları olduğu bilinmelidir.