mai ve küreselleşme karşıtı çalışma grubu

 

ÇİN SEDDİNİN ARDINDA NELER DÖNÜYOR?

T.MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu

31 Ekim 2006

 

Aşağıdaki bilgi notu Çalışma Grubumuz tarafından, son yıllarda Çin üzerine yoğunlaşan “kaygı” ve tartışmalara karşın Çin’deki kapitalist dönüşüm sancılarının geri planına dair küçük bir kesiti konuya ilgi duyanlarla paylaşmak amacıyla hazırlanmıştır.

Çalışmanın ana eksenini GLS-Küresel Emek Stratejileri Kuzey Amerika Ofisi tarafından yayınlanan rapor ile EMF-Avrupa Metal İşçileri Federasyonu tarafından yayınlanan araştırmadan yapılan kısa alıntı oluşturmaktadır. İlginç olan ise iki kıtanın emekçilerini temsil eden bu iki örgüt GLS ve EMF’nin Çin’deki gelişmeler konusunda ortaya koydukları perspektiflerin çelişik görünümlerinin ardındaki paydaşlıktır. Bu bağlamda örneğin Avrupa sendikal hareketi, ülkede yaşanmakta olan işçi ve sendikal hak ihlallerinden doğrudan ve sadece Çin Hükümetini sorumlu tutmaktadır. Buna karşın söz konusu yasa tasarısı Çin Hükümetinin emek-sermaye çatışmalarının yol açabileceği bir toplumsal patlama riskini -özellikle kapitalizmin bekası açısından- ABD ve AB sermayesinden daha çok önemsediğini göstermektedir. Gerçekten de Avrupa Sendikalarının Çin konusunda yaptıkları bütün değerlendirmelerde Çin yönetiminin anti-demokratik doğasına özel bir vurgu yapılmakta, sermayenin ise yalnızca kendisine sunulan olanakları kullandığı belirtilmektedir. Elbette Çin yönetimince hazırlanan yeni yasa tasarısının demokrasiye doğru atılmış bir adım olarak yorumlanması doğru olmayacaktır. Görünen odur ki bugün Çin’de bir tür resmi ve egemen ideoloji çatışması yaşanmaktadır. Ancak yine de Avrupa sendikaları tarafından Kasım 2006’da yayınlanan araştırmada yer alan Çin yorumlarıyla, GLS’nin Çin raporunda yapılan yorumlar arasındaki farka dikkat çekmek yerinde olacaktır. Bu bağlamda Avrupa sendikalarına göre sermaye masum, suçlu olan ise Devlettir. ABD sendikalarına göre ise tam tersi doğrudur, yani devlet masum, sermaye ise suçludur. Aslında her iki bakış açısı da pozitif ve negatif misyon yükleyerek de olsa devleti merkeze koyma konusunda ortaklaşmakta ve aynı toplumsal üretim ilişkilerine ait, kendi içlerinde ilişki halinde olan faktörlerin (sermaye ve devlet), zaman zaman çatışmaya girseler bile birbirleriyle dışsal ilişki içinde olamayacakları gerçeğini gözden kaçırmaktadır.

Global Labour Strategies: www.laborstrategies.blogs.com /Kuzey Amerika Ofisi tarafından yayınlanan aşağıdaki Bilgi notu Anti-MAI Çeviri Grubu tarafından dilimize çevrilmiştir.

 

ÇİN SEDDİNİN ARDINDA NELER DÖNÜYOR ?

ABD ve AB sermayesi, halihazırdaki durumuyla en ağır emek sömürüsüne maruz bırakılmasının yanı sıra dünyanın geri kalanındaki işçilerin kazanımlarının da geriletilmesinde bir manivela gibi kullanılan Çin’deki işçilerin yeni haklar elde etmesine şiddetle karşı çıkıyor.

Çin’de 10 yılı aşkın bir süreden beri devam eden hızlı büyüme süreci, yalnızca Çin’e yatırım yapma konusunda geç kalmış orta ölçekli şirketleri kaygılandırmakla kalmıyor, gelişmiş ülkelerin sendikaları da sermaye kaçışını önleyebilmek için yoğun çalışmalar yürütüyorlar.

 

 

1985 yılında, Kuzey Amerika, Batı Avrupa, Japonya, Asya Kaplanları ve Afrika’nın toplam nüfusu 2.5 milyardı. Çin’in kapitalist ekonomiye geçişi, Hindistan’ın mutlakiyet rejimine son vermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben bölge ülkelerinin kapitalizme entegrasyon sürecinin başlaması, kapitalist üretim ilişkilerini bir anda dünyada 6 milyar insanı kapsar duruma getirdi. İşçi nüfusu açısından ise 1980’deki 1 milyar’dan 2000 yılında 3 milyara yükseldi

Çin’in önümüzdeki yıllarda göstereceği ekonomik performansla ilgili karamsar senaryolar üretilmektedir. Bunlar arasında, 80’lerden bu yana uygulanmakta olan “her aileye bir çocuk” politikasının cinsiyetler arasındaki doğal dengeyi bozduğu ve bugün Çin’de her 100 kız çocuğa karşın 115 erkek çocuk bulunduğu; Çin nüfusunun hızla yaşlanmakta olduğu ve bugün %10 olan 60 yaş üzeri nüfusun 2030’da %30’lara ulaşacağı; nüfusun yaşlanması sonucunda 2015’ten itibaren çalışabilir işçi nüfusunun da düşmeye başlayacağı; rüşvet ve yolsuzluklar sisteminin son derece yaygın ve sürdürülemez boyutlarda olduğu vb. tez ve kehanetler bulunmaktadır.

Ekonomik açıdan aktif nüfus

Son Durum: Çin 760; Hindistan 440; Eski Sovyetler B. 260; Diğer 10

Kaynak: ILO ve Richard B.Freeman

 

ABD’li ve AB’li şirketler, Çin Hükümetince ülke işçilerine yeni haklar verme amacıyla hazırlanan yeni yasa tasarısını durdurmaya çalışıyor. Wal-Mart, Google, UPS, Microsoft, Nike, AT&T ve Intel gibi ABD şirketleri tıpkı Şanghay’daki Amerikan Ticaret Odasının da yaptığı gibi yeni yasanın geri çekilmesi için yoğun bir lobi faaliyeti yürütüyor. Amerikan şirketleri bir yandan lobi yaparken bir yandan da yasa geri çekilmeyecek olursa yatırımlarını Çin’den çekip, başka ülkelere taşıyacakları tehdidini kullanıyor. Çin Hükümetince hazırlanan yasa tasarısı Çin’li işçilere pek çok ülkede zaten uygulanmakta olan bağlayıcı çalışma sözleşmeleri, kıdem tazminatı ödemeleri ve işyeri politikaları ile prosedürleri üzerinde istişarede bulunma hakkı gibi çeşitli konularda asgari standartlar getirilmesini amaçlıyor. Çin Hükümeti bu tasarıyı, ülkede işçiler arasında giderek yükselen huzursuzluğu aşabilme amacıyla yürürlüğe koyduğu reformların bir parçası olarak görüyor. Şirketlerin amacı ise bu tasarının geçmesini engelleyerek tamamen kendi çıkarlarına uygun olan Çin’deki günümüz çalışma ilişkileri statükosunu aynen korumak. Peki bu statüko menüsünde neler var: son derece düşük, işçileri açlığa mahkum eden ücret düzeyleri, aşırı yoksulluk, en temel hakların yok sayılması, sağlık ve güvenlik standartlarının bulunmaması ve milyonlarca işçinin bir çalışma sözleşmesinden bile yoksun bir şekilde çalışmaya zorlanması. Çin’deki bu pratikler dünyanın geri kalanındaki işçilerin çalışma koşulları ve kazanılmış haklarını da geriletmede bir araç gibi kullanılıyor ve dibe doğru yarış böylece hızlanıyor. Yalnızca bu nedenle değil, aynı zamanda tüm dünya işçilerinin çıkarlarının ortak olması dolayısıyla ABD ve AB sermayesinin bugün Çin’de yasa tasarısını durdurmak için yürüttüğü lobi faaliyetleri yalnızca Çin’in değil tüm dünya işçi sınıfının meselesidir.

Giriş

Hazırlanan yasa tasarısının Çin’deki işçilere yeni haklar getirip getirmeyeceği konusunda büyük bir tartışma yürütülüyor. Çin dışına çıkmamasına büyük özen gösterilen bu tartışmaları Amerikan medyası neredeyse tamamen duymazdan, görmezden gelmeyi tercih ediyor. Ancak ne zamanki Çin Hükümeti bu konuyu 30 gün için kamu oyunda tartışmaya açıyor işte o zaman 200 binin üzerinde yorum geliyor. Bu yorumların önemli bir çoğunluğu Çin’de düzenli bir işte çalışmakta olan işçilerden geliyor. Fakat yorumda bulunan çıkar grupları arasında ikinci sıranın büyük ölçekli Amerikan ve Avrupa şirketleri olduğu hemen göze çarpıyor.

Wal-Mart’ın kısa süre önce Çin’de sendikaları tanıyacağı yönünde vardığı mutabakat dünya medyasında büyük bir yer işgal etti. Ama hemen ardından anlaşıldı ki yalnızca Wal-Mart değil, Google, UPS, Microsoft, Nike, AT&T ve Intel’in yanı sıra Şanghay’daki Amerikan Ticaret Odası da yasa tasarısının geri çekilmesi için her yolu denemekte. İşte dünya sermayesi tarafından yürütülen bu kampanyalar, yabancı ülkelerin şirketlerinin Çin’e daha fazla yatırım yapmasını teşvik etmeyi amaçlayan kamu politikaları ile çelişmektedir. ABD’li şirketler her fırsatta yatırım yaptıkları ülkelerde insan ve işçi hakları standartlarını yükselttiklerini iddia etmektedirler. Örneğin, Hong Kong’daki Amerikan Ticaret Odası “Amerikan sermayesinin gittiği ülkelerde insan haklarını destekleyerek, çalışma koşullarını iyileştirerek ve işçi sağlığı konularında yüksek standartlar getirerek önemli bir katalizör rolü oynadığı” yolundaki söylemini kendi evrensel ilkeleri arasında saymaktadır. Ama ne ilginçtir ki aynı şirketler, sayılan bu hakları geliştirmeyi amaçlayan bir yasa tasarısına şiddetle muhalefet etmekte, Çin Hükümetini bu yüzden tehdit etmektedir.

Aslında tam da Çin’in küresel ekonomi üzerinde bu denli etkili olduğu bir süreçte Çin’li işçilerin kazanımlarını yükseltmeyi hedefleyen bir girişim dünyanın tüm işçileri açısından çok önemli bir kazanım olacaktır. ABD’de ücretler baskı altına alındığında işçiler, Çin’deki düşük standartların kendi kazanımlarını da gerilettiğine hükmetmektedir. Oysa Çin’de ücret ve kazanımlar arttığında diğer ülkelerin işçileri bu dibe doğru yarışı tersine çevirmeyi başarabilecek bir güç elde etmiş olacaklardır.

Kuşkusuz, Çin’de bu yasanın çıkmasıyla birlikte bütün sorunlar ortadan kalkmayacaktır. Bu yasa Çin’li işçilere kendileri tarafından seçilecek liderlerin yönettiği bağımsız sendikalarda örgütlenme hakkı da getirmeyecektir. Fakat yabancı sermayenin yasa tasarısından bu denli rahatsız olmasının nedeni de işçilere bu kadar az hakların verilmesine bile razı olamamalarıdır zaten. Gerçekten de yasa tasarısının tanıyacağı haklara dayanarak Çin’li işçiler haklarını daha da arttırmak ve güçlendirmek için örgütlenme fırsatı bulabilirler. Bu tablo, yalnızca ABD de değil tüm dünyada şu sorunun gündeme gelmesini gerektirmektedir: Çin’de sermaye yatırımlarını teşvik eden kamu politikaları, küresel sermaye, Çin’li işçilerin haklarının geliştirilmesine karşı lobi yapsın diye mi uygulamaya konmaktadır?

Şirketler Çin’deki Çalışma Yasası Reformuna Karşı Çıkıyor

Çin’li İşçilere Getirilecek Korumalara Karşı Kampanya

Nisan ayında Çin Halk Cumhuriyeti işçilerin hak ve çıkarlarını bir nebze olsun iyileştirmeyi amaçlayan bir yasa tasarısı yayınladı. Bu taslakla ilgili olarak GLS tarafından yapılan analizler, ABD başta olmak üzere batılı ülkelerin sermayelerinin bu taslağın yasalaşmasına ve dolayısıyla Çin’de işçi ücretlerinin biraz yükselmesi, çalışma koşullarının biraz insanilaşmesine engel olmak için muazzam bir kampanya başlattıklarını ortaya koyuyordu. Kampanyanın başını General Electric ve Procter & Gamble gibi taleplerini doğrudan Çin yasa koyucularına iletmiş olan büyük şirketler çekiyordu:

0 Şanghay’daki Amerikan Ticaret Odası, Fortune 500 içindeki 150 şirket de dahil olmak üzere toplam 1300 büyük şirketi temsil eden bir kuruluştur.

0 ABD-Çin Sermaye Konseyi tüm Çin’de faaliyet gösteren 250 ABD şirketinin temsilcisidir.

0 Çin’deki Avrupa Birliği Ticaret Odası 860’dan fazla Avrupa’lı şirketi temsil etmektedir.

İşte yukarıdaki üç büyük sermaye oluşumu, yayınlanan yasa taslağına karşı yürüttükleri sistematik saldırıları yazılı olarak Çin makamlarına ilettiler. Şanghay’daki Amerikan Ticaret Odası’nın (AmCham) gönderdiği metin ise tam 42 sayfadan oluşuyordu.

Bu yazılı uyarılarda, yasa taslağının parlamentodan geçmesi halinde yabancı şirketlerin yatırımlarını ülkeden çekeceği vb. tehditler de yer almaktaydı. AmCham’ın “uyarı” yazısında, bu taslağın yasalaşması halinde Çin’deki işçilerin istihdam olanaklarının daralacağı, Çin’in rekabet gücünün olumsuz etkileneceği ve ülkenin şimdiye kadar cezp etmeyi başardığı yabancı sermayenin yatırım için başka ülkeler aramaya başlayacağı belirtiliyordu.

İngiltere Ticaret Odası uzmanlarından Dr. Keyong Wu ise:

“Çin’in sermaye için cazip bir ülke olmasının tek nedeninin işçilik maliyetlerinin ucuzluğu olmadığını, ülkenin etkinliğinin (efficiency) de bu cazibede önemli bir payı olduğunu. Yasa tasarısının yürürlüğe konması halinde yabancı şirketlerin yatırımlarını Hindistan, Pakistan ve Güney-Doğu Asya ülkelerine taşıyacaklarını ” vurgulamaktaydı.

Amerikan sermayesinin Çin’deki statükodan ne denli etkilendiği, AmCham’ın Çin makamlarına ilettiği dokumandan belli oluyordu.

Bu arada yasa taslağının, Çin’deki işletmelerin faaliyetlerini önemli ölçüde standardize edilmesine ve modern işletme sisteminin kurulmasına yol açacağına dikkat çekilmektedir. Buna karşın AmCham önerilen yasa değişikliğini, işçilerin işten çıkarılmasını zorlaştıracağı ve işletmelere katı düzenlemeler getireceği için eleştirdiğini belirtmektedir. Aynı raporda AmCham böylesi bir değişikliğin gerekip gerekmediği konusunda ciddi kaygıları olduğunun da altını çizmeyi ihmal etmemiştir.

Çin’deki emekçiler neden “büyük değişikliklere” ihtiyaç duyuyor

Çin’deki olağanüstü ve oldukça uzun süredir devam eden büyüme sürecine rağmen Çin’li işçilerin ezici bir çoğunluğu derin bir yoksulluğun kıyısında yaşıyor. Emekçilerin çoğu en temel haklardan yoksun ya da bu haklara erişemez bir konumda çalışıyor. Çin’de kırsal ve kentsel kesimde işsizlerin toplamı 150 milyondan fazla ki bu rakam ABD’deki tüm işgücünden bile daha fazla.

Çin, “beşikten mezara” sosyal güvenlik sistemini, 1980’lerde geleneksel merkezi planlama sistemini terk edip serbest piyasa kapitalizmine geçerken ortadan kaldırdı. 1990’larda devlet işletmeleri kapatılmaya ve ülkenin her yerinde mantar misali özel şirketler kurulmaya başladı, yabancı yatırımlar roket hızıyla yükseldi ve işçi sınıfı kendi kaderiyle baş başa bırakıldı.

1994 yılında ülke yönetimi, işçiler ve şirketler arasındaki çalışma ilişkilerini düzenleyen bireysel sözleşme sistemine dayalı bir çalışma yasası çıkardı. Bunun hemen ardından, bu kez belli bazı sanayi işkollarında sendikalar ve işverenler arasında müzakere edilerek bağıtlanacak toplu sözleşmelerin yolunu açan yasa yürürlüğe kondu.

Çalışma sözleşmelerinin ücretleri artış yönünde değiştirmesi, temel istihdam koşullarını iyileştirmesi ve istihdam süresini daha öngörülebilir hale getirmesi beklenir. Oysa Çin’de yaşanan gerçeklik hiç te böyle değil, çünkü işçilerin büyük bir çoğunluğu sözleşmesiz ve en temel haklardan yoksun bir halde çalıştırılmaya devam ediyor. Kırsalda çalışan işçilerin %70’i, büyük kentlerde sanayide çalışanların %15’i sözleşmesiz yani en alt düzeydeki haklara bile erişme olanağından mahrum bir şekilde çalışıyor. Çin’in en büyük patlama yaşanan inşaat sanayinde çalışan tüm işçilerin %40’ının bir iş sözleşmesi yok. Hatta, sözleşmeyle çalışan işçilerin bile önemli bir çoğunluğu gerçek anlamda bir iş güvencesine sahip değil: Ülke çapında tüm sözleşmelerin %60’ı 3 yıl ya da daha kısa süre için düzenleniyor.

Şirketlerin engellemek için her şeyi yaptığı korumalar

Her ne kadar gündemi işgal eden çalışma yasası bu sorunların pek çoğuna yanıt verir durumda olsa da, yasayla gelmesi beklenen korumalar gerçekten son derece alt düzeyde. Tasarının en önemli eksikliği, üyelerin kendisi tarafından hiçbir baskı altında kalmayarak seçebildiği liderleri olan bağımsız sendikalar ve grev hakkı tasarıda yer almıyor. Blake Cassels & Graydon şirketinin Pekin’deki ofisinin genel müdürü Robert Kwauk, müşterilerine panik yapmamaları gerektiğini telkin ettiğini zira bu yeni yasadan sonra bile Çin’deki çalışma ilişkileri düzeninin, kendi ülkeleri ve dünyanın diğer bölgelerindekine oranla hala çok tercih edilebilir durumda olacağını söylediğini belirtiyor.

Her ne kadar yabancı portföylerin yöneticileri kendi müşterilerini bu ve benzer cümlelerle teskin etmeye çalışıyor olsalar da yasaya karşı mücadele etmekten de geri durmuyorlar:

Tüm işçileri kapsayacak, sözleşme temelli korumalar

Yabancı şirketler, en kötü koşullarda istihdam edilen, en fazla korunmaya muhtaç durumda olan işçilerin haklardan mahrum bir şekilde çalışmayı sürdürmelerini talep ediyorlar. Temel işçi haklarına -en sınırlı düzeyde de olsa- erişim, işiler ve işverenler tarafından bireysel ya da kolektif olarak imzalanan yazılı sözleşmelere bağlı. Oysa milyonlarca işçi, böyle bir sözleşme yapılmaksızın çalışıyor. Yasa tasarısı parlamentodan geçecek olursa ücret karşılığında çalıştırılan bütün işçiler için bir sözleşme yapılması zorunluluğunu getirecek, milyonlarca işçiye halen mahrum oldukları hak ve kazanımları elde etmeleri için bir fırsat yaratmış olacak. Yasanın olası bütün yorumlamalarının çalışanlar lehine yapılması zorunluluğunu getirecek. AmCham bu hükümlere şu gerekçelerle karşı çıkıyor: “Bu hükümler modern işletmelerin çalışma biçimlerine uygun değil”. Şirketler bunun yerine Çin’li işçileri sözleşmesiz , çalışma koşullarının, ücretlerin, işe alma ve işten çıkarma şartlarının tek taraflı olarak sermaye tarafından belirlendiği mevcut düzenin devam ettirilmesini talep ediyorlar.

Toplu Sözleşme Düzeni

Yeni çalışma yasası taslağına göre çalışanlar ve işverenler arasında işten çıkarmalar, işçi sağlığı ve güvenliği, işçi temsilcileri ya da sendika temsilcilerinin işten çıkarılması gibi konularda yapılacak müzakereler işyeri politika ve prosedürlerinin üzerinde olacak. ABD-Çin Sermaye Konseyi “Bir işverenin düzenlemeleri ve politikalarının sendikayla yapılan müzakerelerle belirlenmemesi halinde geçersiz sayılacağı hükmünün yasa tasarısında yer alması yanlıştır… İşyeri ile ilgili değişikliklerin yapılmasında sendikanın rızasının alınması şirketlerin sırtına bindirilecek muazzam bir yüktür ve bazı son derece önemli şirket politikalarının gereken zamanda uygulamaya konması önünde engel oluşturabilir…Şirket politikaları açısından nihai otorite ve sorumluluk işverenlerde olmak zorundadır.”ıklamasını yapmaktadır.

İş Değiştirme Özgürlüğü

Normal olmayan bazı iş sözleşmeleri Çin’deki düzene özenen bazı batı ülkeleri ile ABD’de giderek daha fazla meyledilen çalışma biçimi haline gelmektedir. Bu tip sözleşmelerle bilhassa bir işveren tarafından kendi mülkü olarak belirlenmiş bilgilere erişimi olan işçilerin kolayca iş değiştirmesinin önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Çin gibi gelişmekte olan bir ekonomi için bilginin transferi hayati bir önem arz etmektedir. Buna karşın Çin Hükümetinin hazırladığı yeni Çalışma Yasası taslağı parlamentodan geçecek olursa, artık işverenler her türlü bilgiyi kolayca “mahrem bilgi” kapsamına alamayacak ve bu bilgilere erişim olanağı olan işçiler başka bir işyerinde çalışmak istediklerinde işverenlerin “mahremiyet kuralının ihlal edileceği” gerekçesine sığınarak iş değişimine engel olma hakkı sınırlandırılacak Çin hükümeti tasarıya bu hükmü koyarak yüksek çalışma niteliklerinin ülkenin her tarafına süratle ulaştırılabilmesini hedefliyor. Yabancı şirketler ise bu hükmün yasalaşması halinde Çin’li şirketlerin teknolojik buluşlarının son derece olumsuz biçimde etkileneceği, buna bağlı olarak da yabancı şirketlerin kendi teknolojilerini Çin’e taşımaktan vaz geçecekleri tehditlerini kullanıyorlar.

Staj Sürelerinin Sınırlandırılması

Halihazırdaki uygulamada, Çin’de faaliyet gösteren yerli ve yabancı şirketler işçileri, çoğu zaman bütün bir yılı kapsayan, çok uzun sürelerde stajyer statüsüyle çalıştırıyorlar. Bu durum, işçilerin uzun süreler boyunca güvencesiz ve en ağır çalışmaya maruz kalarak istihdam edilmelerine yol açıyor. Yeni yasa taslağı, staj için 1 ila 6 ay arasında, işin doğasına göre değişebilecek sınırlamalar getiriyor. İşletmeler ise “6 aylık staj süresinin işçileri tanımak için yeterince uzun bir süre olmadığını” belirterek bu hükme de karşı çıkıyor.

Eğitim için yapılacak ödemeler

Şu andaki uygulamada, işçilere imzalatılan bir sözleşme ile çalışma sözleşmesine son vermeleri halinde işverenin eğitim için kendilerine yaptığı yatırımı geri talep etmesi güvence altına alınmış durumda. Buna karşın yine pratiğe göz atıldığında, işverenlerin işte rotasyon da dahil olmak üzere bir çalışma süresi içersinde eğitim olarak tanımlanması çok zor olacak pek çok şeyi bu kapsama alabildiği ve işten çıkmak isteyen işçilerden bu fiktif bedelleri talep ettikleri görülüyor. Bu durum kimi zaman işçilerin işverenlere borçlanarak işten ayrılması kimi zaman da uzun yıllar boyunca bu işverenlere bağlı hale gelmesi gibi sonuçlar doğuruyor. Oysa yeni yasa taslağı, “eğitim”e bir tanımlama getirerek yalnızca işyeri dışında, tam zamanlı ve en az 6 ay süreyle verilen dersleri eğitim olarak tanımlıyor. Şirketler hiç kuşku yok ki bu hükme de karşı çıkıyor ve eğitim tanımının bu şekilde sınırlanması sonucunda işten ayrılmak isteyen işçilerden tazminat koparmanın zorluklarından yakınıyor.

Kıdem Tazminatı Ödemeleri

Çin’de teorik olarak “işçilerin kendi arzusuna bağlı” bir istihdam sistemi bulunmuyor: bütün işçilerin prensipte sözleşmeye bağlı olarak çalışması öngörülüyor, ama uygulamada böyle bir durum yaşanmıyor. Sözleşmelerin büyük bir çoğunluğu “belirli süreli” ve bu sürenin sonuna gelindiğinde de işverenler istedikleri işçiyi hiçbir cezai tazminat ödemeksizin işten atabiliyor. Hiç şüphe yok ki böylesi bir sistem, zaten istikrarsız olan istihdam ilişkilerinin daha da güvencesiz ve belirsiz bir ilişkiye dönüştürülmesini destekliyor. Buna karşın yeni yasa tasarısı, işverenlere, sözleşmesi biten ve yenilenmeyecek olan işçileri kıdem tazminatı ödeyerek işten çıkarma yükümlülüğü getirmeyi amaçlıyor. İşveren örgütlerine göre ise bu hüküm yasa taslağı içinde “en kabul edilemez, en mantıksız” olanı

Geçici çalışmadan, düzenli çalışmaya doğru giden bir patika

Çin’de faaliyet gösteren şirketler, geçici iş büroları üzerinden istihdam edilen geçici işçilerle çalışmaktadır. Geçici iş, bilindiği gibi, düzenli istihdamla sağlanan koruma ve taahhütlerin söz konusu olmadığı bir çalışma biçimidir. Yeni yasa taslağına göre geçici iş büroları tarafından şirketlerin emrine tahsis edilen işçilerin, iş bürosunun müşterisi olarak tanımlanan firmalarda yapacakları toplam 1 yıllık çalışmanın ardından sürekli, düzenli işçi statüsü kazanması gerekiyor. Böylece güvencesiz işlerde çalışanların sayısının hızla azaltılması planlanıyor. Şirketler ise bu hüküm ile işverenlerin kendilerine en yararlı olacak işçileri seçme hakkının ellerinden alınacağını ve insan kaynakları tahsisatındaki esnekliğin ortadan kaldırılmasından işverenlerin zarar göreceğini ileri sürerek, bu hükmün de çıkarılmasını talep ediyorlar.

İşten Çıkarmalarda İzlenecek Daha Adil bir Yol

Uygulamada işverenler, büyük bir sıklıkla işçileri kendi işlerine geldiği sıralarda işten çıkarmaktadırlar. Oysa yeni yasa tasarısı, işten çıkarmada kıdemin esas alınacağı yeni bir sistem getirmeyi amaçlıyor. Ve böyle bir hükmün, aynı işletmeye eski olanlar kadar emek veren yeni işçilere karşı bir ayrımcılık, haksızlık anlamına geleceğini iddia ediyor.

Yabancı Şirketler Çin’de Çalışma Yasasının Reform Edilmesine Neden Karşı Çıkıyor?

Şirketler Çin’li işçileri sömürerek kendilerini var ediyorlar

Çin ekonomisindeki olağanüstü hızda yaşanan büyümeden söz edilirken bu büyümenin yabancı şirketlerin rolünü ne derece yansıttığından pek bahsedilmiyor. Morgan Stanley’in baş ekonomisti Stephen Roach’a göre Çin’de ihracatın 1994 yılındaki 121 milyar $ düzeyinden 2003 yılında 365 milyar $ düzeyine %65 oranındaki roketlemesinin ardında çok uluslu şirketler, Çin’deki ortaklarıyla kurdukları yeni işletmeler ve bunlara bağlı olarak çalışan Çin’li tedarikçi firmalar bulunuyor. Çin’in sıkça suçlanmasına yol açan “ihracat patlaması”nın gerçek sorumlusu, küresel şirketlerin Çin’deki emek gücü sömürüsünden başka bir şey değildir.

Bu anlamda şirketlerin yeni yasa taslağına karşı duydukları kaygıların temelinde , şimdiye kadar yararlandıkları ucuz emek maliyetleri avantajını kaybetme endişesi yatmaktadır.

New York Times’a göre,

“Çin’deki muazzam büyüme olgusu, Çin’deki ucuz emeğin sırtında yükselmektedir. Buraya yatırım yapan pek çok ulusötesi şirketin üretim merkezlerinin de aralarında bulunduğu yabancı şirketlerin karlılığı yıldan yıla daha da ucuzlayan esnek işgücüne bağlıdır. Guangdong kenti son on yıldan bu yana her yıl yaklaşık %10 civarında büyüdü. Ama bu kentte çalışan, çoğunluğu ülkenin iç kesimlerinden göç etmiş işçilerin ücreti, 1993 yılında ellerine geçen ücretlerden daha yüksek değil. Çin, modern zamanların en uzun ve en hızlı büyüyen ekonomisi olsa da, Çin’li işçiler günden güne ellerinde olanı da yitirmekte, hergün daha da yoksullaşmaktalar. Bu durum kısmen de olsa küreselleşmeden kaynaklanan bir paradox. Çin, her hangi bir gelişmekte olan ülkeden çok daha fazla miktarlarda yabancı sermaye çekebilen bir ülke… Ama unutulmamalı ki sermayeyi bu denli cezp ediyor olmasının başlıca nedeni, ülkenin, işçileri giderek azalan ücretler karşılığında kiralama arzusu göstermesi.”

2. Sermaye, dibe doğru yarışı hızlandırarak birikim yapıyor

Şirketlerin, yeni çalışma yasasına ve işçilere getirilecek korumalara karşı çıkmak için pek görünürde olmayan bir gerekçesi daha var. Çin’de ucuz ve en korumasız koşullardaki emeği istihdam etmenin mümkün olması dünyanın her yerinde ücret ve kazanımları baskı altına almanın bir aracı gibi işlev görüyor.

Bu bağlamda Çin tek başına, ücret normlarının küresel ölçekte belirlenmesinde oldukça önemli bir role sahip. Morgan Stanley’in baş ekonomisti Stephen Roach bu durumu, uluslar arası sermayenin ucuz emek avantajından yararlanabilmek için sürekli olarak bir coğrafyadan diğerine gitmesini mümkün kılan “küresel ölçekte bir emek arbitrajı” şeklinde adlandırıyor. Bu arbitrajın doğal sonucu olarak da işçiler ve yaşadıkları toplumlar arasında kıyasıya bir rekabet başlıyor ve devletler kimin en ucuz, en sermaye dostu yatırım ortamı sunacağı konusunda birbirleriyle yarış ediyor. Roach’a göre küresel emek arbitrajı bugün öyle bir noktaya ulaşmış ki artık ABD gibi ücretlerin görece daha yüksek olduğu ülkelerin geleneksel istihdam yaratma kaynakları üzerinde bile güçlü bir yapısal basınç yaratabiliyor

Çin’deki emek piyasalarının dünya düzeyinde işçi ücretleri üzerindeki geriletici etkisi gerçekten muazzam denecek kadar büyük. Harward Üniversitesi iktisatçılarından Richard Freeman, Hindistan, Rusya ve Çin’in son 20-30 yıldan bu yana dünya ekonomisine aktif olarak dahil olmalarının küresel ölçekte istihdam edilen emeğin iki katına çıkmasına yol açtığını belirtiyor. Bu artışın %50’si ise tek başına Çin’e ait. Öte yandan, sayılan bu üç ülke küresel ekonomiye önemli büyüklükte bir sermaye girdisi sağlayamadığı için, aynı miktardaki bir sermaye yatırımı tarafından istihdam edilmek için birbiriyle rekabet eden işçi sayısı artmıştır. Sermayenin pazarlık gücünü yükselten, elini güçlendiren bu süreç, emeğin pazarlık koşullarını geriletmekte, elini zayıflatmaktadır. Bu durum, dünya ülkelerinin tümünde ücretlerin ya hiç artmaması ya da reel olarak düşmesine yol açmaktadır. ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, Çin, Hindistan ve eski doğu bloğunun dünya ekonomisi sahnesine bu denli hızlı bir şekilde dahil oluşunun dünya ekonomi tarihinde benzerinin bulunmadığını belirtmektedir.

Bir süre önce Çin’de “işçilerin son 10 yıllık süreçte yaşanan hızlı değişimlerle nasıl başa çıktığını” araştırma amacıyla bir yıl geçiren New York Üniversitesi’nden Andrew Ross da benzer bir şekilde uluslar arası sermayenin Çin’deki yatırımlarını kullanarak dünyanın her yerinde işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını gerilettiği tespitini yapmaktadır:

Sanayileşmekte olan hiçbir ülke, aynı anda üretim zincirinin en altında iş yarattığı için en üst düzeyde fırsatlar sunarak rekabet etme gücüne sahip değildir…Bunun, en alttaki montaj hattından sanayi ve hizmetlerin en üst noktasındaki işlere kadar hızla yayılmasını kontrol altına almak için emek standartlarının daha önce hiç olmadığı kadar küresel ölçekte normlara bağlanması gerekir.Çin’de yabancı yatırımcıların ağırlıkta olduğu özel sektörde verili iş güvencesi ve işyeri çalışma koşulları, dünyanın neresinde olursa olsun insan yaşamının istikrarını açıkça tehdit etmektedir.

3.Şirketler, Çin’li işçilerin haklarının geliştirilmesinden korkuyor

Çin’de bugün uygulanmakta olan yasal düzende işçiler, örgütlenme, toplu pazarlık ve grev gibi pek çok temel insan hakkından mahrum. Aslında çalışanların oldukça yüksek bir oranı sendikalara üye, fakat bu sendikalar hükümetin sağ kolu olarak bilinen ACFTU- Tüm Çin Sendikaları Federasyonu’na bağlı bir şekilde faaliyet gösteriyorlar. Öte yandan ACFTU, sermaye ve devletle çatışmaya girmeyen, temel hedefinin işyerlerinde uyumlu çalışma ortamları yaratmak olduğunu itiraf eden politik bir hat izliyor. Hatta pek çok fabrikada şirketin yöneticileri, sendika temsilcileri gibi çalışıyor. Bu nedenle ACFTU, sadece Çin dışında değil, Çin’in içinde de “etkisiz” bir sendikal yapı olarak görülüyor.

ACFTU tarafından da desteklenen Çin’deki verili çalışma hukuku ve koşulları, son birkaç yıldan beri ülkede büyük ölçekli eylemler, gösteriler ve grevlerin yaşanmasına yol açtı. Hükümet, yalnızca geçtiğimiz yıl bile yaşanan iş uyuşmazlıklarının sayısının 300.000 olduğu; bu rakamın 2001’dekinin iki katına eşit olduğunu duyurdu. Sınırlı da olsa çalışma ilişkilerini reform etmeye karar veren Çin Hükümetinin asıl amacı ise, giderek artan huzursuzlukları kontrol altına almak ve böylece kendi düzeninin devamını garanti etmek.

Yeni yasa tasarısına göre ücretler, fazla mesai ve çalışma koşulları üzerindeki hükümet denetimleri arttırılacak. Fakat yabancı şirketler Çin Hükümetinin hiçbir zaman bu yasayı sermaye çıkarlarına zarar verecek ölçüde güçlendirmeyeceğini çok iyi biliyorlar. Hatta şirketler, Hükümetin yasayı tam olarak yürürlüğe koyacağından bile kuşku duyuyorlar. Bu bağlamda AmCham, tasarının yasalaşması halinde “yeterince güçlendirilmediği için pek çok şirket yasa hükümlerini ihlal edebilecek” duyurusunu yapmakta ve üye şirketlerinin yüreğine su serpmekte.

Yasanın yürürlüğe konması halinde kolayca ihlal edileceğinin bir garantisi yok. Tarihsel deneyimlere göz atıldığında gerek ABD ve gerekse dünyanın diğer pek çok ülkesinde işçilerin, belli hakları elde ettiklerinde bu haklardan yararlanabilecekleri araç ve kurumları da oluşturabildikleri görülmektedir. Yine pek çok deneyim, emek yasalarının ancak ve ancak işçilerin örgütlenme, grev ve toplu pazarlık haklarına sahip olmaları durumunda işlerlik kazanabildiğini, aksi taktirde ise anlamsız kaldığını göstermektedir. İşte bu nedenle şirketler, Çin’li işçilere tanınacak son derece sınırlı hakların bile onların bağımsız, demokratik örgütler kurarak daha ileri düzeyde haklar için mücadelelerin başlamasına yol açacağından korkmaktadır.

Politik Önermeler

Her ne kadar dünya kamu oyu ve medyası işçilerin baskı altında tutulmasından, gerekli yasal düzenlemeleri yapmadığı için Çin Hükümetini sorumlu tutuyor olsa da Çin’deki milyonlarca işçi aslında ulusötesi şirketler ve onlara bağlı faaliyet gösteren taşeron ve tedarikçiler tarafından sömürülmektedir. Gerçekten de Çin’in ihracatının üçte ikisi, yabancı sermaye tarafından gerçekleştirilmektedir.

Buna karşın gerek ABD ve gerekse diğer ülkelerdeki “kamu politikaları” kendi şirketlerinin Çin’li işçilerin en ağır çalışma koşullarında, en düşük ücretler karşılığında yaptıkları üretimden olabildiğince yararlanmalarına izin vermektedirler. Mevcut çalışma yasası tasarısına karşı çıkarak ABD’li ve AB’li şirketler, iyileştireceklerine söz verdikleri ağır çalışma koşullarının daha da kötüleşmesine yol açmaktadırlar. Yasa tasarısını bloke etmek için sürdürdükleri kampanya, Çin’li işçilerin haklarına kavuşmasına engel olurken, şirketlerin sömürü düzenini güvence altına almaktadır. Bu kampanya yalnızca Çin’li işçileri değil, tüm dünya işçi sınıfını hedeflemekte, çıkarları ortak olan dünya işçilerini birbirine düşürmeyi amaçlamaktadır.

Yeni yasa tasarısının içinde bulunduğumuz sonbahar aylarında parlamentoda üçüncü kez gözden geçirilmesi ve meclisten geçerse Mart 2007 itibarıyla yürürlüğe konması beklenmektedir. ABD ve Avrupa’lı şirketler bugüne kadar ellerinden geleni yapmış ve yasayı durdurmaya çalışmıştır. Şimdi sesini duyurma, gücünü ortaya koyma sırası dünya işçi sınıfındadır.

Şirketler ve bütün sermaye örgütleri tasarıya karşı sürdürdükleri muhalefete derhal son vermek ve Çin’de insan haklarının daha da iyileştirilmesini destekleyecekleri konusunda kamu oyuna açıklama yapmak zorundadır. Dibe doğru yarışa son vermede ilk adım olabilecek bu talep, Amerika’daki ve tüm dünyadaki örgütlü işçilerden gelmelidir.